Kadim payitahtın manevî tapusu: İstanbul sahabeleri

Âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (sav)’i görmüş ve onun Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmış müminlere “Ashab” diyoruz. "Sahabi" de denen bu mübarek zatlar son ilâhî din olan İslâm’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Peygamberimizi gördüğü halde onun risaletini kabul etmeyenlere sahabe denemez. Sahabe olabilmek için Resulullah’ı hem görmek, hem de onun getirdiği dine inanmak lâzımdır.

Hadislerde de ifade buyrulduğu gibi sahabeleri sevip saymalıyız. Şia gibi, bir kısmını yüceltip bir kısmını aşağılamamalıyız. Çünkü ashab birbirini çok severdi. Saygıda kusur etmezlerdi. Bilinmelidir ki ilâhî hakikat olduğu üzere ashaba dil uzatan zındıktır. İslâm onların gayretleriyle bugünlere gelmiştir. Allah onlardan razı olsun. Ne mutlu onları samimi hislerle sevenlere ve onlar gibi yaşamaya gayret edenlere! Zira Resulullah’ın buyurduğu gibi: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Kıyamette onlara komşu olmak ne büyük bahtiyarlıktır.

Ashabın yaşadığı Müslümanlık, herkese örnek olmalıdır. Onlar İslâm’a sözde değil, özde inanmışlardır. Sahabelerin derecesi en düşük olanı, evliyadan daha üstündür. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde sahabelere methiyelerde bulunmuş; onları örnek göstermişlerdir: “Muhacirlerden ve Ensar’dan (İslâm’a girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara tabi olanlar… Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah)onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlanmışlardır. İşte büyük kurtuluş bugündür.” (Tevbe s.100.Ayet)

Sahabeler de üstünlük bakımından farklı derecelere sahiptirler. Sahabelerde efdaliyet sırası hilafet sırasına uygundur. Buna göre Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz. Ali sırasıyla en büyük sahabelerdir. Bunları, Cennetle müjdenelenen diğer altı sahabe (Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa’d ibni Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah ) ile Hz. Hasan ile Hz.Hüseyin izlemektedir. Bunların hepsini ayrı ayrı sevip, tazim göstermeliyiz. Resulullah efendimiz, ashaba duyduğu sevgi ve muhabbeti her halûkârda ortaya koymuştur: “Ümmetimin en hayırlısı benim asrımdakilerdir. Sonra bunları takip edenler, sonra da bunları takiben gelenlerdir. Sonra öyle bir kavim gelir ki şehadetten önce yemin ederler ve şahitlikleri talep edilmeden şehadette bulunurlar.”; “Ashabım hakkında Allah’tan korkun. Onları kendinize hedef edinmeyin. Kim onları severse bu bana olan sevgisi içindir, kim de onlara buğz ederse bu da bana olan buğzu sebebiyledir. Onları kim incitirse beni incitmiş olur. Beni inciten de Allah’ı incitir. Allah’ı incitenin de belâsı yakındır.”

İsyanbol'dan İslâmbol'a bir şehrin serencamı...

Bir zamanlar Bizans’ın Kostantiniye’si olan bu kadim kent, eskilerin tabiriyle “Darü’l-hilafet, Darü’l-saltanat, Deraliyye, Asitane, Dersaadet, Selâtin, Beldetü’t-tayyibe, İslambol, Darü’l-mülk, Payitaht-ı saltanat, Südde-i saltanat”tır artık… İstanbul, seherde Süleymaniye’nin minarelerinden yüreklere akan saba makamında bir kutlu ezandır. Yüreklerimizdeki kiri temizleyen, eksik yanlarımızı tamlayan, faniliğimizi gideren bir bengisudur. Bu şehir, çölleşen ruhlarımıza, oluklarından zemzem akıtan bir hayat çeşmesidir.

İstanbul, maddeden çok mânâdır uhrevi bakışlarda. Bu şehir, çağ açıp çağ kapayan Fatih’in emsalsiz fethini gören nasipli Üsküdar’dır biraz da. “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?/Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!” dir şairin deyimiyle. Üsküdar ki Anadolu velilerinden mutasavvıf şair Aziz Mahmut Hüdai’nin şereflendirdiği mübarek topraktır. Öte yandan Beykoz’daki Yuşa Tepesi şehre her dem manevi bir hava pompalıyor. Yuşa Hazretleri şehrin en hâkim tepesinden bu kentin gönüllü manevi koruyuculuğunu yerine getiriyor.

İslâm dünyasının Kızıl Elma'sı: İstanbul

İstanbul, eski adıyla Konstantinopolis; Roma, Bizans ve Latin İmparatorluklarına asırlarca başkentlik yapmış dünyanın kadim şehirlerinden biridir. Bu güzel şehir Peygamber Efendimizin "Letüftehannel Kostantiniyyetü veleni’me’l emîrü emîrühâ veleni’me’l ceyşü zâlike’l ceyşü” (Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fethedecek emîr ne güzel emîrdir ve o ordu ne güzel ordudur.)" hadisinden sonra Müslüman âlemi tarafından adeta bir kızıl elma olarak görülmüştür. Birçok Müslüman komutan bu hadiste bahsedilen müjdeye mazhar olmak için İstanbul'a seferler düzenlemiştir. Halifeler döneminde Emevîler ve Abbâsîler tarafından şehir defalarca kuşatılmış olsa da ne yazık ki bir sonuç alınamamıştır. Ardından Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin Konstantiniyye’yi fethetmek düş(ünce)leri sonuçsuz kalmıştır. Bu mübarek fetih 1453 yılında Sultan II. Murad Han’ın oğlu Sultan II. Mehmed Han’a nasip olmuştur. Sultan II. Mehmed bu kutlu fethin ardından Fatih unvanını kazanmıştır.

Peygamber Efendimizin İstanbul'un fethedileceğini müjdelediği bu hadis-i şerifi duyan sahabelerin önemli bir kısmı o zamanın zor şartlarında günlerce yolculuk yaparak bu güzel şehre gelmişler, fethin gerçekleşmesi için ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.  Bunların başında Resulullah Efendimizi evinde yedi ay misafir eden Eyyûb Sultan Hazretleri gelmektedir. Fakat bu kutlu yolculuk Eyyûb Sultan Hazretleriyle sınırlı kalmamış, onun açtığı bu yoldan daha birçok sahabe yürümüş, İstanbul'a varmıştır. Bu kutlu yolculuklar çok eski devirlerde gerçekleştiği için bunlarla ilgili belgelere dayalı bilgiler edinmek bir hayli güçtür.

İstanbul’da sahabe niyetiyle ziyaret edilen 29 mezar veya makam...

Bugün İstanbul'da sahabe kabri olarak belirtilen birçok mezar vardır. Fakat bu iddiaların ne derece doğru olduğunu tespit etmek kolay değildir. Onun içindir ki İstanbul'da sahabelere ait olduğu söylenen mezarların bir kısmı gerçek mezar, bir kısmı da makamdır.

İstanbul’da sahabe niyetiyle ziyaret edilen 29 mezar veya makam olduğu söylenir. Bunlardan 7’si Eyüp Sultan sınırları içinde, 19’u sur içinde, 3’ü de Karaköy’de bulunuyor. Ebu Derda‘nın (r.a.) ise hem Eyüp Sultan’da hem de Üsküdar’da ayrı ayrı iki makamı mevcuttur. Sahabeden Amr bin el As (r.a.), Vehb B. Huşeyre ve Tebeu’t-tâbiîn’den Süfyân B. Uyeyne’nin (r.a.) makam veya kabirlerinin İstanbul'da Yeraltı Camii'nde olduğuna inanılır. Sahabe hakkında çalışma yapan Prof. Dr. Adem Apak, Amr bin el As’ın (r.a.) Mısır’da valilik yaptığını, ilk İstanbul kuşatmasından altı sene önce vefat ettiğini, Kahire’de adına türbe-cami olduğunu ve İstanbul'la hiçbir ilgisinin olmadığını ifade eder.

Hadis doktoru ve sahabeler konusunda uzman bir isim olan Mehmet Efendioğlu, “İstanbul’da Var Olan Sahabi Kabirlerinin Dünü-Bugünü” başlıklı yazısında şehirde bulunan sahabe ziyaretgâhlarını beş gruba ayırır: "1-Sahâbi olduğu, İstanbul’a geldiği ve burada şehit düştüğü kesin olanlar. 2-Sahâbi olduğu kesin olarak bilinmekle beraber İstanbul’a hiç gelmemiş olanlar. 3-Sahâbeden sonraki dönemlerde yaşamış olanlar. 4-Sahâbe ile ilgili kaynaklarda ismi geçmeyen, sahâbi olup olmadığı ve hayatı hakkında bilgi bulunmayanlar 5- Ya birine ait iken sonradan sahâbe kabrine dönüşmüş veya hiç yokken zamanla görülen rüyalara dayanarak ihdâs edilmiş olanlar." (Din ve Hayat, sayı, 9 s.79)

İstanbul'daki sahabe kabirleriyle ilgili iddialar bugüne kadar kesin bilgilere dayandırılamamıştır. Çünkü o dönemleri aydınlatacak bilgi ve kaynaklardan bugün de  mahrumuz. Dr. Mehmet Efendioğlu, 29 sahâbiden sadece Halid Bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) ve Ebû Şeybe el- Hudrî’nin (r.a.) gerçekten sahâbi olup İstanbul’a gelmiş, burada şehit düşmüş ve buraya defnedilmiş olduğunu bildirir. İstanbul’da şehit düştüğü belirtilen Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensarî(Eyüp Sultan)'nin mezarı Akşemseddin Hazretleri tarafından keşif yoluyla tespit edilmiş, Fatih Sultan Mehmed ise tespit edilen yere bugünkü türbeyi yaptırmıştır. Kaynaklarda İstanbul’da şehit düştüğü belirtilen ikinci sahabi, Peygamber Efendimizin sütkardeşi olduğu rivayet olunan Ebu Şeybe el-Hudri (r.a.)’dir.

İstanbul'un manevî kıymet(li)leri anlatmakla bitmez

Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesinin tamamlanmasının ardından Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’da kabir yeri bilinen başka sahabe olup olmadığını araştırır. Kabir yeri bilinmemekle birlikte Ebu Şeybe el-Hudri’nin (r.a.) de burada medfun olduğu tespit edilir. Bütün fetih şehitlerinin topluca defnedildiği yere bir makam ve bir türbe yaptırılır. Burası Ayvansaray’da, Tokludede Sokağı bitiminde surlar arasında bulunan Toklu Dede Haziresi’dir.

İstanbul'un manevi havası anlatmakla bitmez. İstanbul’un tarihî semtlerinden Ayvansaray ve Eğrikapı’da da pek çok sahabenin makamı bulunmaktadır. Bunlar Hâfir (r.a.), Abdüssâdık Âmir (r.a.), Şû’be (r.a.), Ebû Zerr el-Gıfârî (r.a.), Câbir (r.a.), Muhammed el-Ensârî (r.a.), Kâb (r.a.), Hamdullah el-Ensârî (r.a.) ve Ebû Şeybe el-Hudrî Hazretleri’dir.

İstanbul'daki sahabe mezarları, ikisi dışında,  ihtilaflıdır. Bu konudaki birçok rivayet ne yazık ki gerçek olarak kabul edilmektedir. Bu bilgi kirliliği bugün de devam etmektedir. Tarihçi ve romancı Yavuz Bahadıroğlu, İstanbul'daki sahabe kabirleriyle ilgili olarak şu tespitlerde bulunuyor: "İlk İstanbul kuşatmasından 19 yıl önce vefat eden Hz. Ebuzer el Gıfari’nin de İstanbul’da bir türbesi mevcuttur. Oysa makbul kaynaklar onun Medine yakınlarındaki Rece’de vefat ettiğini belirtiyor. Türbesi Balat’taki Koca Mustafa Paşa Camii içinde bulunan Hz. Cabir bin Abdullah’ın da 698’de Medine’de vefat ettiği ve Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiği değişik kaynaklarda aktarılıyor. Edirnekapı Atik Ali Paşa Mahallesi’nde türbesi bulunan Hz. Ebu Said El Hudri’nin de Mekke’deki Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiği kesin olarak biliniyor. İstanbul’a hiç ayak basmadığı tespit edilen “sahabe”lerin yanı sıra, hiçbir eski kaynakta sahabe olarak adı geçmeyen, hadis ravileri arasında bulunmayan, hadislerde isimlerine rastlanmayan kişilerin de “sahabe” olarak İstanbul’da türbe ve mezarları var. Muhammed el Ensari, Abdullah el Hudri, Ka’b, Hafir, Şûbe, Hamdullah el Ensari, Cafer el Ensari, Vehb bin Huşeyre bunlar arasında yer alıyor. Hülâsa: İstanbul’da gerçek anlamda altı sahabenin makamı, ikisinin de türbesi bulunuyor. Gerisi ihtilâflıdır.“Sahabe kabri” olarak meşhur olmuş bazı mekânları “kabir” değil, “makam” kabul etmek her halde daha doğru olacaktır."

İstanbul; Mekke, Medine, Kudüs’ten sonra İslâm'ın dördüncü mukaddes şehri kabul edilir. İstanbul'a bu fevkalâde özelliği kazandıran başta Ebu Eyyub el-Ensarî olmak üzere bu şehirde yatan kıymetli Allah dostlarıdır. Onlar bu şehri İslam beldesi yapmaya gelmişlerdir. Onların mübarek kabirleri İstanbul'un manevî tapuları hükmündedir. Onlara olan muhabbetimiz devam ettikçe bu şehir bizim olmaya ve bizim kalmaya devam edecektir. Allah bu maneviyat erlerinin hepsinden razı olsun. Mevlâm cümlesine rahmetiyle muamele eylesin.

Yaradan’a kul olmak en büyük hürriyettir

Ashab deyip de geçmemek lazım. Onlar nice zorluklara göğüs gererek İslâm davasını sırtladılar. Tabir caizse üzerlerine ateşten bir gömlek giydiler. Bu gömlek onların kefeni oldu aynı zamanda. Sözlerimi gönül göğünün yıldızları olan ashab-ı kiram için kaleme aldığım şu dizelerle noktalamak istiyorum:

On dört asır evvelden dünyaya şan verdiniz

Vahdet kalelerini yüceltip can verdiniz

*

Müminlerin birliği müjdeli, kutlu haber

Dağınık hissiyatı eylediniz beraber

*

Mübarek sedanızla dağlar oynar yerinden

Size olan hasreti hissederiz derinden

*

Köz köz olur sineler, sevgimiz bayraklaşır

Size tabi oldukça huzur bize yaklaşır

*

Bakir gül kokuları karışır nefesine

Kimsesizlerin âhı siner ezan sesine

*

Mukaddes topraklarda akar zemzem suları

Yener Ebu Cehil’i ashabın orduları

*

Sahabe muhabbeti gönüllere sığmadı

Yazılır yüreklere Resulullah’ın adı

*

Savaş meydanlarında kılıç girmez kınlara

Kahraman askerlerle yol verdik akınlara

****

Müminler bir ağızdan bağırınca: Allah bir!..

Gönül duvarlarında yankılanıyor tekbir

*

İmansızlık ağır kış, iman gönüllerde yaz

Kanatlanır dualar, yürekte dinmez niyaz

*

Nihayetinde insan kandır, kemiktir, ettir

Yaradan’a kul olmak en büyük hürriyettir.

*

Ashabın ışığıyla aydınlanınca gece

Dağılır ufkumuzdan karanlıklar böylece

*

Bu can hazza doyamaz Peygamberin evinde

Pervane olur kalbim hasretin alevinde

*

On dört asır evvelin taşıyoruz yasını

Kimler silecek artık yüreklerin pasını?

*

Sizi vasfeylemede aciz kalır heceler

Yeryüzüne dönseniz aydınlanır geceler…

M.Nihat Malkoç


www.dunyabizim.com

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.