Hz. Peygamber’den sadece 48 sene sonra...Bu ümmet, O’nun torunu, o aziz cana kıydı.
O gün, ona yetişip onu koruyabileceği halde bunu yapmayan her yetişkin Müslüman erkeğin eline Hüseyin'in kanından biraz bulaştı.
Bugün de insanlar konuşmalarıyla aynı kana bulaşmaya devam ediyorlar...Misalen bir akademisyen: “Eğer kendisine yapılan uyarıları dikkate alsaydı bütün bunlar hiç yaşanmayacaktı.” diyebiliyor.
Kerbela'da erkeklerden sadece Hz. Hüseyin ve çadırda hasta yatan Ali Zeynelabidin'den başkasının kalmadığı andı. Hüseyin'in etrafı çevrelenmiş ama kimse ona son darbeyi indiren olmak istemiyor bekleşip duruyorlardı. İşte o sırada çadırın içinden çıkan birileri ona kundağa sarılı yeni doğmuş bir bebek getirdi. Hüseyin'in bir oğlu olmuştu. İstediler ki dünya gözü ile babası bir kez görsün ve ismini versin. “Abdullah” dedi ismine ve kulağına ezanını okudu.Susuzluktan bitap düşmüştü. O yeni doğmuş yavrunun ve annesinin ne günahı vardı ki onları da sudan mahrum etmişlerdi. İki eli ile yavrusunu yukarı kaldırdı. “Onun ne suçu var. Bari onu sudan mahrum etmeyin...” diyecekti. Ama hain bir elin attığı ok tam boğazına isabet etti. Dünyada kaç dakika yaşadı bilmiyoruz ama Kerbela'nın bu en küçük şehidi, Hüseyin'in bütün zerrelerini acıya boğdu. Kafasını kaldırdı semaya baktı. Kim bilir belki de İbrahim'e inen koç gibi semavi bir yardım bekledi. Dedesinden dolayı bir ümit... Ama yoktu.
“Ya Rabbi !” dedi.
“Bize göklerden yardım etmeyeceksen, hakkımızda ondan daha hayırlısını ihsan et.”[1]
Bu yetmemiş gibi Hz. Hasan'ın küçük oğlu, halası Hz. Zeyneb'in elinden fırlayıp amcasının yanına gitmek istiyordu. Bunu fark eden Hz.Hüseyin “Tut onu sakın bırakma!” dese de çocuk çoktan Hz. Zeyneb'in elinden kurtulmuş ve amcasının yanına gelmişti. İşte o sırada bir hain, Hz Hüseyin'in önüne kılıçla geldi.Çocuk korku ile “Pis adam!Amcamı mı öldüreceksin?” deyince kılıcı çocuğa doğru savurdu.Yavrucak elini kaldırarak kendisini kılıçtan korumaya çalışmıştı.Kesilen minik elle birlikte Hüseyin'in kulakları bir çocuk çığlığı daha duydu.
Nasıl dayandın ey aziz can...
İşte o gün...
O an... Hüseyin dedi ki: “Ey Allah'ım !
Onlara gökten yağmur indirme!..
Ve yerin bereketlerinden onları mahrum et!..
Ey rabbim!
Eğer onları geri bırakır yaşatırsan, tefrikalara uğrat,
Onlar için türlü türlü yollar yap!..
Onları birlikten mahrum et!..
İdarecilerini kendilerinden hiç bir zaman hoşnut etme!..”[2]
Hz. Hüseyin'in yakarışından sonra o coğrafyada yaşayıp da Hüseyin'e imdad edebilecek olduğu halde yardımına koşmayanların arasında fitne, huzursuzluk, kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı.Tâ ki Hüseyin'in kanında zerre miktar elinin kiri olmayan bir kavim gelinceye kadar...
850 yıllık huzursuzluktan sonra tam 400 yıl sekinet ve sükûnet indi bu coğrafyaya...
Ama 90 yıldır Osmanlı bu coğrafyada yok...
Osmanlı’nın 400 yıllık tecrübesi de...
90 yıldır kan ve gözyaşı hiç dinmedi...
İşte Filistin ve işte Mısır'ın ihaneti...
İşte Irak, Suriye, İran...
Bir taraf hep Hüseyin; mazlum ve mağlup...
Bir taraf hep Yezid; gizli hatta açık ihanet sahipleri...
ve Ortadoğu hep Kerbela...
Hüseyin olma vakti...
Hüseyin'in davasına baş koyma vakti...
İsrail'in bize bir şey yapmaya ne kalıbı ne tıyneti müsaade etmez. Biz, bize zulmediyoruz… İsrail, bizden olan Yezid'leri olmasa Ortadoğu’da kime ne yapabilirdi! Mısır'ın yaptığı mı daha çok canımızı acıtıyor yoksa İsrail'in mi? Bizim yerli bir malımız, İsrail devletinin resmi ambargosu ile sınırından içeri sokulmazken, biz zaten parası ödenmiş ve iç piyasaya girmiş İsrail mallarını satın almayarak vicdanlarımızı rahatlatıyoruz ama İsrail'e en ufak bir zarar veremiyoruz.Ve hâlâ devlet düzeyinde bir ambargo göremiyoruz.
Dün Hüseyin şehid edilirken etraftaki tepelerden olayı seyreden Kûfe halkı da ağlıyordu.
Tıpkı iftar sofralarımızın başında haberleri seyrederken bizim ağladığımız gibi...
Ama nasıl onlara Hüseyin'in kanı sorulacaksa bize de Filistinli çocukların kanı sorulacaktır.
En tepedekinden en aşağıdakine kadar...
Ve bir kez daha hatırlamakta fayda var ki,bize mağlubiyet gibi gözüken bir şey,zamanı gelince galibiyet olduğunu gösterebilir. Şimdi söyleyin Kerbela'da yenilen Hüseyin midir yoksa Yezid mi?
***
O Gül Yüzlü, Tâif’te tam on gün hatta başka bir rivayette otuz gün çalmadık tek bir kapı bırakmamıştı.İstediği sadece İslam’ı anlatmasına müsaade etmeleri idi.Ama her kapıdan eli boş döndü. Hatta taşlandı, eziyet edildi.Yorgunluktan bitap düşüp oturmak istediğinde koluna girip yürümeye zorlandı.
Kafa gözü ile bakarsanız Tâif yenilgi formatında bir olaydır. Oysa Şeyh Edebâli “Ey oğul, dünya senin gözlerinin gördüğü kadar büyük değildir!” derken bu gözlerin yanılabileceğinden bahsetmektedir.
Nitekim daha Mekke'ye girmeden Cebrail, yanında Dağlar Meleği ile birlikte gelir. Eğer O isterse bir depremle Tâif halkına tüm yaptıklarının bedeli ödettirilecektir.Ama O “Bilakis” der,
“Ben, Allah'ın bunların sulbünden sadece Allah'a ibadet edip, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseleri yaratacağını ümid ediyorum.”[3]
Tam 12 yıl sonra bu duanın hürmetine tüm Tâif halkı Müslüman olarak Rasûlullah'a itaatlerini bildirdiler. Şimdi söyleyin, gerçekte zafer kovanların mı yoksa üzerine düşeni yapıp sabır ve dua edenlerin miydi?
Üstelik bu işin sadece görünen kısmı idi. Bir de o sırada Allah'tan başka kimsenin bilmediği bâtın boyutunda başka bir zafer vardı: O Hüzünlü Can, Zeyd'ini Mekke'ye girebilmek ya da modern tabirle vize almak için görevlendirmiş. Kendisi ise Nahle Vadisi'nde yatsı veya sabah namazını kılıyor ve Rahman Suresi'ni okuyordu.Civardan dört Nusaybin cini geçmekte idi. Rasûl’ün sesini duyunca durdular, dinlediler ve çok etkilendiler. Kavimlerine giderek bunu haber verdiler ve onları İslam’a davet ettiler. Ancak bu durumu o sırada ne Rasûlullah nede ashabı bilmiyordu.Ta ki o dört cin, dörtbin cin olarak Rasûlullah'a gelip O’na biat etmek istediklerini bildirene kadar… Biz ise bu olayı Ahkaf (29-31) ve Cinn (1-2) sureleri olmasa hiç bilemeyecektik.
“Ey Oğul,dünya senin gözlerinin gördüğü kadar...”
Zahirde sadece Addas'ın batında ise binlerce cinin Müslüman olduğu bir olaydır Tâif. Aslında dua açısından düşünülürse tüm Tâif halkının Müslüman olmasını sağlayan bir olaydır. Tâif halkının Müslüman olmasına Hz. Addas'ın tebliği ne kadar etkili olmuştur, bilinmez, ancak kitaplar onun bilgi, birikim ve hitabetinin etkileyici olduğunu yazdılar. Hatta oryantalistler Rasûl’ün konuştuğu şeyleri Bahira veya Addas'tan öğrendiğini bile iddia edecek derecede saçmaladılar.
Şunu söylemeye çalışıyorum. Bu gün yenilgi veya başarısızlıkmış gibi görünen imtihanlar, müminlerin sabrı ve azimeti karşısında gerçek zaferlere dönüşecektir.
Hz Ömer demişti ya hani: “Ya Rasûlallah! Bizim ölülerimiz cennette onların ölüleri cehennemde değil mi?”Rasûl de cevap vermişti: “Evet,vallahi bizim ölülerimiz cennette onlarınki de cehennemdedir.”
Şimdi yine söyleyin. Öldüren mi zafer kazandı yoksa öldürülen mi?
İbn Haldun'un çok sevdiğim bir sözü var.“Su nasıl suya benzerse milletlerin gelecekleri de geçmişlerine öylece benzer.”
Değil mi ki “Yeryüzünde Müslümanlar Yahudi zalimlerini öldürmedikçe kıyamet kopmayacak.”
Ey İsrail! Bilesin,
“Mazlumun öç aldığı gün,
Zalimin zulmünden daha çetin geçer...”(Hz. Ali )
Yorumlar
her gün kerbela
Hüseyin Koç tarafından Sa, 10/18/2016 - 17:08 tarihinde gönderildiimtihan
Hüseyin Koç tarafından Sa, 10/18/2016 - 17:12 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle