Betül BOZALİ -
Sevgili Peygamberimiz (sas) şüphesiz en mükemmel eğitimcidir. Öğrenen, öğreten, dinleyen ya da onları seven olmayı tavsiye eden Efendimiz’in (sas) kullandığı metotlar, eğitim gönüllüleri tarafından her asırda tekrar yorumlanabilmektedir. Kullanıldıkça yenilenen, üzerinde düşünüldükçe derinleşen bu eşsiz metotlardan biri de Sevgili Peygamberimizin sorularıdır. Çağdaş eğitim yöntemleri içerisinde de önemli bir yer tutan soru-cevap metodunun, Peygamberimiz (sas) tarafından ne şekilde ve hangi amaçlarla kullanıldığı, ilk dönemlerden başlayarak çeşitli kaynaklarda tespit edilmeye çalışılmıştır.[1]
Temel hadis kaynaklarının taranmasıyla tespit edilen, Efendimize (sas) ait soru cümleleri, farklı başlıklar altında gruplanabilir. Biz de 2002 yılında matbu hale gelmiş olan “Hz. Muhammed’in Soruları” başlıklı yüksek lisans tezimizde bu konuda kendi bakış açımızla bir gruplandırma yaptık.
Buna göre Sevgili Peygamberimiz (sas) pek tabii olarak sorularının çoğunu Ashâb-ı Kirâm’a yöneltiyor. Gayr-i müslimlere ve meleklere sorduğu sorular da bulunmakta. Ashâb-ı Kirâm’a yönelttiği soruları genel olarak eğitme, herhangi bir yanlışı düzeltme ve bilgi edinme amacı taşıyan sorular olarak gruplandırmamız mümkün. Sevgili Peygamberimiz herhangi bir konuda bilgi edinme amacı taşıyan sorularını zaman zaman bir eğitimci, bir devlet başkanı, bir aile reisi olarak soruyor. Bu soruların her biri Efendimiz (sas)’in ayrı husûsiyetlerini ifade eden çeşitli başlıklar altında ele alınıp gruplandırılabiliyor.
Elçisi olduğu Allah Teâlâ’nın dinini tebliğ ederken soru-cevap metodunu ustalıkla kullanan Hz. Peygamber, kendisine “Kıyamet gününde Rabbimiz’i görebilecek miyiz?” diyen ashâbına “Bulutsuz bir gecede dolunayı görmekte zorluk çeker misiniz?” diye soruyor. Onların “hayır” demeleri üzerine aynı soruyu güneş için yöneltiyor. Ashâbının zihnen tam anlamıyla hazır olduklarına kanaat getiren Sevgili Peygamberimiz (sas), Allah Teâlâ’nın kıyamet günü bu netlikte görülebileceğini bildiriyor.[2] Bu konudaki uygulamalarıyla muallim Peygamber (sas), soruların, hedef kitleyi ilgili konu üzerinde düşündürmek için ne kadar mükemmel bir araç olduğunu gösteriyor.
Çağdaş eğitimciler, ruh ve bedenin öğrenme pozisyonuna girmesi şeklinde açıklayabileceğimiz “hazır olma” durumunun eğitim için önemine vurgu yaparlar. Bizler de bilgiyi almaya hazır ve istekli olmayan öğrencilere bir şeyler öğretmenin zorluğunu çok iyi biliriz.
Sevgili Peygamberimiz (sas) eğitilmeye hazır zihinler oluşturmak için zaman zaman uygun sorular yönlendiriyor ashâbına. Bir gün bineğinin terkisinde oturmakta olan Muaz bin Cebel’e vereceği önemli bilgi öncesinde ona şu soruyu yöneltiyor: “Muaz, Allah’ın kulları ve kulların da Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” Muaz “Bunu en iyi Allah ve Resûlü bilir” diyor. Artık öğrenmeye hazır hale gelen Muaz’a, Peygamberimiz (sas) konuyu şöyle açıklıyor: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakları ise kendisine hiçbir şeyi eş tutmayan kişiye azap etmemesidir.”[3]
Kendi sorunlarını çözebilecek seviye ve kalitede insanlar yetiştirmeyi hedefleyen Peygamber Efendimizin, dikkatleri daima konunun temel noktasına çekmekte olduğu görülüyor.[4] Böylece karşılaştığı her durumda ayrıntılı bir şekilde düşünebilen, konu veya olayın değişik yönlerini farkedebilen ve kapsamlı bir değerlendirme ile en doğru sonuca ulaşabilen bir ümmet, Muhammed ümmeti, Ashâb-ı Kirâm kimliği altında fert ve toplum bazında yetişiyor.
Buna paralel olarak Sevgili Peygamberimiz (sas), kendisine soru soran bir sahâbîye cevap verme hususunda son derece titiz davranıyor. Sorunun zamanlaması uygun değilse bile daha sonra “Az önce soru soran kişi nerede?” diyerek ilgili şahsı arıyor ve sorusunu cevaplandırıyor.[5] Bu durum, ilmin soru ve cevaptan ibaret olduğunu düşündürüyor ve belki de bu yüzden, güzel sorunun ilmin yarısı olduğu ifade ediliyor.[6]
Doğru ve güzel olanı öğretmek gibi, yanlış ve kötü olan şeyleri düzeltmek de genel olarak tebliğ kavramının içine girer. Nitekim âyet-i kerîmelerde Hz. Peygamber’in iyiliği emredip kötülükten men ettiği[7] aynı zamanda bunun mü’minlere ait bir özellik olduğu da vurgulanıyor.[8] Tabii ki yanlışı düzeltme konusunda nezaketi elden bırakmayan ve insanları kırmama noktasında azamî gayret gösteren Sevgili Peygamberimiz (sas) bu amaçla da etkili sorularını kullanıyor. Üsâme bin Zeyd’in bir seriyye dönüşünde yaşadıkları pek çoğumuzun malûmudur. Hz. Üsâme (ra) karşılarına çıkan ve kılıçların kendisine doğrultulduğunu görünce kelime-i tevhid getiren kişiyi mızrağı ile öldürüyor. Üsâme bin Zeyd seriyye dönüşünde soluğu, çok özlediği Efendimiz’in yanında alıyor. İşte bu olay üzerine Sevgili Peygamberimizin gösterdiği tavır konumuzun en etkili örneklerinden biridir. Hz. Peygamber düşünceli ve belki de biraz kızgın soruyor: “Sen o adamı lâ ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?” Üsâme üst üste gelen bu sorularla yaptığı yanlışı öyle bir idrak ediyor ki o günden önce değil, ancak o gün müslüman olmuş olmayı temenni ediyor.[9] Niyetler kalptedir ve insanların gerçek niyetlerini ancak Allah bilir. Nitekim Peygamber Efendimiz tekrar tekrar “Onun kalbini mi yardın (da kelime-i tevhidi kılıçlarınızın korkusuyla söylediğinden bu kadar eminsin)? buyurarak bu noktaya işaret etmiş olmalıdır.
Sevgili Peygamberimiz (sas) eğitimci kimliği ile olduğu kadar devlet başkanı olarak da çeşitli amaç ve şekillerde soru-cevap metodunu kullanıyor. Kimi zaman çeşitli görevler vereceği kişileri tayin etmek[10], kimi zaman da denetim[11] amacıyla çeşitli sorular soruyor. Bir devlet başkanı olarak ashâbı ile yakından ilgilendiğini gösteren de yine O’nun soruları oluyor.[12]
Kimi zaman O (sas), soruları ile kolaylaştırma prensibinin sınırlarını ortaya koyuyor. Sevgili Peygamberimiz evlenmek isteyen bir sahâbîye soruyor:
- Mehir olacak bir şeyin var mı? Sahâbî bu nitelikte bir şeyinin olmadığını ifade edince Allah Resûlü onu bir şeyler bulması için akrabalarının yanına gönderiyor. Sahâbî elleri boş dönüp demirden bir yüzük bile bulamadığını söylüyor ve izârını verebileceğini ifade ediyor. Bunu kabul etmeyen sevgili Peygamberimiz:
- Kur’an’dan hangi sûreleri biliyorsun, diye soruyor. Sahâbî bildiği sûreleri söyleyince Resûlullah (sas):
- Bu sûreleri ezberinden okuyor musun, diye soruyor ve sahâbînin evet, cevabı üzerine bu sûreleri mehir olarak kabul ettiğini buyuruyor ve hanımına bu sûreleri öğretmesi şartıyla bu fakir sahâbînin muradına ermesini sağlıyor. [13]
Âlemlere rahmet Efendimiz (sas) zaman zaman ashâbını teşvik için de aynı yola başvuruyor. Hevâzin Savaşı’nın ardından Allah Resûlü’nün müellefe-i kulûb kapsamında olan bazı Kureyşlilere yüzer deve vermesi, ensar arasında dedikodulara sebep oluyor. Bu durum kendisine ulaşan Efendimiz (sas) derhal ensarı topluyor ve onlarla bu konuda görüşüyor. Sözlerinin sonunda şöyle soruyor:
- İnsanlar, evlerine aldıkları mallarla dönerken siz Allah Resûlü’yle dönmekten razı olmaz mısınız? Sonra ekliyor:
- Allah’a andolsun ki, sizin kendisiyle dönüp gideceğiniz şey onlarınkinden daha hayırlıdır.
Ensar hep birlikte cevap veriyor:
- Evet razıyız ya Resûlallah..[14]
Başka türlü cevap verilemez ki böyle güzel, böyle etkili bir soruya...
Hadîs-i şeriflerde yer alan bazı soru cümleleri Sevgili Peygamberimizin çevresiyle ne derece ilgili olduğunu[15] ve eğitimi hayatla içiçe tuttuğunu[16] gösteriyor. Bazı sorular da O’nun (sas) düşüncelerini açıklama fırsatı amacı taşıdığını[17], bazıları da ashâbı, kendileri için daha faydalı olana yönlendirmeyi hedeflediğini düşündürtüyor okuyanlara. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas) kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soran sahâbîye “Sen âhiret için ne hazırladın?” diye soruyor. O kişinin “Fazla namaz, oruç veya sadaka hazırlamadım. Fakat Allah’ı ve Resûlü’nü seviyorum” cevabı üzerine bugün de her birimize teselli olan cümle dökülüyor Efendimiz’in mübarek dudaklarından: “Sen sevdiğinle beraber olacaksın”.[18]
*****************
Sadece soruları değil, her cümlesi hatta tebessümü, bakışı bile o kadar derin manalar ifade ediyor ki... Sevgili Peygamberimiz’den asırlar sonra yaşıyor olsak bile O’nu (sas) her yönüyle tanıma imkânına sahibiz. Bu nimetin şükrünün ancak O’nu (sas) örnek alma yolunda gösterilecek çabayla edâ edebileceği kanaatindeyiz. Nimete layık çabalar temennisiyle...
Yorumlar
konuslma yanşlıs
selma tarafından Cu, 12/18/2015 - 15:59 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle