Ramazan Sözlüğü

Oruç:Farsça kökenli rûze kelimesinin Türkçeleştirilmiş halidir. Arap­ça­sı “savm” ve “ sıyâm”dır.  Oruç söz­lük­te; bir­şey­den uzak­laş­mak, bir­şe­ye kar­şı ken­di­ni tut­mak de­mek­tir. Kur’an’ı Kerim’de sözlük anlamıyla Meryem Süresi’nde geçmektedir: “Ben Allah için oruç adadım.”[1]sözüyle Hz. Meryem konuşmamayı adadığını kastetmiştir.Şer'î bir te­rim ola­rak oruç; imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğ­runa ve bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.

Oru­cun rük­nü, mi­de­nin ve cin­sel or­gan­la­rın is­tek ve şeh­vet­le­rin­den ken­di­ni ko­ru­mak­ anlamına gelen imsaktır.

Oru­cun za­ma­nı; fec­rin do­ğu­şun­dan gü­ne­şin ba­tı­şı­na ka­dar ge­çen sü­re­dir. Gün­düz ve ge­ce­nin te­şek­kül et­me­di­ği böl­ge­ler­de, oruç za­ma­nı bu­ra­la­ra en ya­kın olan ve ge­ce ile gün­dü­zün te­şek­kül et­ti­ği böl­ge­ler esas alı­na­rak be­lir­le­nir.

Ra­ma­zan oru­cu, hicretin ikinci senesinde şaban ayının onuncu günü farz kılınmış olup, İslâm'ın beş şar­tın­dan biridir. Da­yan­dı­ğı de­lil­ler Kur'an, Sün­net ve icmâ'dır.

Kur’an delili: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere olduğu gibi, size de oruç tutma yü­kümlülüğü getirilmiştir; bu sayede kendinizi koruyacaksınız.”[2]

Sünnet delili ise Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in “İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmek; namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve gücü yetenler için Beytullah'ı ziyaret etmektir (hac)”[3]hadisi şerifidir.

Ra­ma­zan­da oruç tut­ma­nın farz olu­şu üze­rin­de müs­lü­man­lar gö­rüş bir­li­ği için­de­dir.

.

Ramazan: Müslümanların oruç tutmakla emrolunduğu kamerî yılın dokuzuncu ayıdır. Kur’an’ı Kerim’de adı geçen ve önemi vurgulanan tek ay Ramazan’dır. Bu ay inanlar için Allah’a ibadet, iyilik ve ihsan, sabır, mağfiret, rahmet ve bereket zamanıdır. Kur’an’ı Kerim Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır.Bu ayın içerisinde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesi bulunmaktadır. [4]

Ramazan ayının fazileti, süresi ve bu aya mahsus ibadetler hakkında birçok hadisi şerif olduğundan Buhari ve Nesai Ramazan ile ilgili kitaplarında ayrı bir bab açmışlardır. Ramazanın fazileti ile ilgili bazı hadisi şerifler:

“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”[5]

“Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere vurulur.”[6]

“Ramazan ayının son on gününde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) geceleri  ihyâ eder, ev halkını uyandırır, kendisini tamamen ibadete adardı.”[7]

Allah’ın mübarek kıldığı Ramazan ayında Müslümanlar için dönüm noktası olan birçok önemli olay meydana gelmiştir. Ramazan ayında vuku bulan bazı önemli olaylar:

§     Büyük Bedir Savaşı (h. 624)

§     Mekke’nin Fethi (h. 630)

§     Tebük Seferi (h.630)

§     Nahle’de tapınılan Uzza adlı putun bulunduğu evin Halid b. Velid tarafından yıkılması (h. 630)

§     Ayn-ı Câlut olayı (h. 658)

§     Endülüs’ün Fethi (h. 711)

.

Sahur: Seher kelimesinden türetilmiş bir kelime olan sahur, oruca hazırlık için fecrin doğuşundan önce yenilen yemektir. Hz. Peygamber "Sahur yapınız, zira sahurda bereket vardır."[8]hadisi şerifiyle sahura kalkmayı teşvik etmiş, sahur yemeğini “mübarek gıda[9] olarak nitelendirmiştir.  Bir yudum su içilecek bile olsa sahura kalkmanın ihmal edilmemesi gerektiği, sahura kalkanların Allah Teâlâ’nın merhametine, meleklerin duasına mazhar olacağı hadisi şeriflerde bildirilmiştir.[10]

Sahur, Müslümanların orucunu Ehli kitabın orucundan ayıran bir sünnettir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s): "Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir."[11]diyerek sahurun Müslümanlara has bir özellik olduğunu vurgulamıştır.

Asr-ı saadette sahur ve imsak için iki ayrı ezan okunurdu. Peygamber Efendimizin müezzinlerinden Bilal-i Habeşi ilk ezanı okur, sahura kalkacakları uyandırırdı. Ufukta aydınlık belirince âmâ olan diğer müezzin Ümmü Mektum’a haber verir, O da sahur vaktinin bitip sabah namazı vaktinin girdiğini ilân etmek için ezan okurdu.[12] Bu sünnet, ülkemizde sahurun başlangıç ve bitişi için toplarının atılması, ramazan davulcusu gibi geleneklerin temelini oluşturmaktadır.

Hz. Peygamber sahurun mümkün oldukça geciktirilmesini tavsiye etmiştir. O, sahur yemeği yedikten sonra Kur'ân-ı Kerim'den elli âyet kadar okur veya elli ayet okunabilecek kadar bekler, sonrasında sabah namazını kıldırırdı.[13]

.

Niyet: Dini bir terim olarak Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tabi olmak üzere fiile yönelen irade şeklinde tanımlanır. Oruç ibadetinde niyet şarttır. Niyet olmaksızın sabahtan akşama kadar aç kalınsa bu davranış oruç yerine geçmez. Niyette esas olan kalpten hangi orucu tutacağını geçirmektir. Bu niyetin, dil ile de teyit edilmesi müstehaptır.

Hanefilere göre ramazan orucunun niyet vakti, gün batımından başlar, ertesi günün kuşluk vaktine kadar hatta öğle namazı vaktinin girmesinden az önceki vakte kadar devam eder. Ancak bütün oruçlar için sabah vakti girmeden niyet etmek daha faziletli olan davranıştır.

Şafilere göre ise ramazan orucuna geceden niyetlenmek şarttır. İmsaktan sonra yapılan niyet geçersizdir. Maliki ve Hanbeliler de niyetin geceden yapılması görüşündedir.

İhtilaftan kaçınmak için Ramazan da imsak vaktinden önce “Yarınki ramazan orucunu tutmaya niyet ettim” diyerek niyet edilmesi en doğru davranış olur.

Ramazan’da her gün için ayrı ayrı niyet etmek gereklidir. Sahura kalkmak da niyet yerine geçer. Ramazan günü başka bir oruç tutulamayacağı için nafile bir oruca niyet edilse de ramazan orucu yerine geçer.

Güneş battıktan sonra herhangi bir oruca niyet edildiğinde, imsak vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkide bulunmak niyete ve oruca zarar vermez. Geceden oruca niyet eden kimse imsak vaktine kadar herhangi bir sebeple niyetini geri alabilir.

.

İmsak: Kelime olarak “kendini tutmak, engellemek” anlamlarına gelen imsak kelimesi terim olarak, ikinci fecrin (fecri sadık) doğuşundan güneşin batışına kadar oruç yasaklarından (yeme, içme ve cinsel ilişkiden) uzak durmak demektir. Orucun rüknü, imsaktır. İmsak vakti ile sahur sona erer ve oruç başlamış olur. Ayrıca imsak ile beraber sabah namazının vakti de girmiş olur.

İmsakın ilk vaktinin ne ile belli olacağı, ufukta beliren hangi aydınlığın ve rengin imsak ve sabah namazı vaktinin alameti olduğu konusu sahabe devrinden beri tartışa gelmiş bir konudur. Fecri sadık,alimlerin bir kısmına göre ufukta beyazlığın enlemesine yayıldığı vakit, diğer kısmına göre ise beyazlıktan sonra kızıllığın ufukta iyice ortaya çıkmasıyla başlar. Cumhur ulema bu konuda ihtiyatlı yolu benimsemiş, birçok sahih hadisin de desteklediği ufukta beyazlığın yayılması görüşünü kabul etmiştir. İmsak için güneş doğmasından önceki kızıllık esas alındığında sabah namazı dar bir zamana sıkışmış olacağından diğer görüş çoğunluk tarafından tercih edilmiştir.

İmsak vaktinin girip girmediği konusunda tereddüt edildiğinde bir şey yemek içmek mekruh olur. Kişi imsak vaktinin girmemiş olduğunu zannederek yedikten sonra fecrin doğduğunu anlarsa orucunu tutar, ancak kazası gerekir.

.

İftar:Arapça fatr kökünden türeyen iftar kelimesi, fıkıh terimi olarak oruç açmak, oruçluya orucu açtırmak veya başlanmış bulunan orucu bozmak anlamlarına gelir. Peygamber Efendimiz güneşin batmasıyla iftar vaktinin gireceğini bildirmiştir.[14]İftar vakti ile oruç yasakları sona erer, oruçlu kişi orucunu açar. Gündüz ve gecenin 24 saatten uzun olduğu yerlerde iftar vakti, bunlara en yakın normal bölgelere göre belirlenir.

Her hususta gayri müslimlere benzemekten sakındıran Peygamber Efendimiz(s.a.s) iftarı geciktiren Yahudi ve Hıristiyanlardan ayrılmak için Müslümanlara iftar zamanı oruç açmakta acele etmesini tavsiye etmiştir: "Oruç açmakta acele ettikleri sürece müslümanlar hayır üzere yaşarlar."[15]

Oruç açmakta acele edilmesinin bir sebebi de vakti kısa olan akşam namazının gecikmesini önlemektir. İftar vaktinde sünnete uygun olan davranış, orucu hafif yiyeceklerle açıp akşam namazını kılmak sonrasında iftar yemeğine devam etmektir. Peygamberimiz (s.a.s)  Ramazan’da bu şekilde davranmıştır.

Orucu hurma ile hurma yoksa suyla açmak müstehab olan davranışlardandır.[16]Oruçlu bir kişiye iftar vermeyi Allah Rasûlü (s.a.s) teşvik etmiş, iftar veren kişinin oruçlunun sevabı gibi sevap kazanacağını söylemiştir.[17] Bununla birlikte Hz. Peygamber, iftar vakti oruçlunun yaptığı duanın geri çevrilmeyeceğinin müjdesini vermiş[18] ve orucunu açarken şu şekilde dua etmiştir:

اَللَّهمَّ لَكَ صُمْتُ وَ عَلَ رِزْقُكَ أَفْطَرْتُ

“Allahım! Senin rızan için oruç tuttum, Senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtım.”[19]

.

Kadir Gecesi: Kur’an’ı Kerim’in nazil olmaya başladığı gecedir. Bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu Kadir Suresinde bildirilmiştir.[20]O gecede, Allah Teala ezeli kaza ve takdiri ile gelecek seneye kadar meydana gelecek her türlü hadiseyi meleklerine bildirilir.[21]Yeryüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner ve uğradıkları her mümine selam verir. Kadir gecesi tan yerinin ağarmasına kadar yeryüzünde esenlik hakim olur.

Önceki ümmetlerin daha uzun yaşayıp fazla sevap kazanmalarına karşılık Allah müslümanlara Kadir gecesini lütfetmiştir.  Bu geceyi hakkıyla idrak eden bir Müslüman,  önceki ümmetlerin yüzlerce yılda elde ettiği sevaba ulaşabilir.

Kur’an’ın inmeye başladığı bu geceyi bol bol Kur’an okuyarak, namaz, zikir, istiğfar ve tefekkürle geçirmeliyiz. Nitekim Peygamberimiz günahların af olunacağı müjdesini hadisi şerifinde vermiştir:

“Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.”[22]

Hz. Aişe bu gecede nasıl dua etmesi gerektiğini Rasûlullah ’a (s.a.s)’e sormuş, O’da:

اَللَّهمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ، تُحِبُّ الْعَفْوَ، فَاعْفُ عَنِّي.

“Allah’im sen çok affedicisin, affi seversin, beni affet” diyerek duada bulunmasını tavsiye etmiştir.[23]

Ayet veya hadislerde Kadir gecesinin zamanı kesin olarak bildirilmemiştir. Ancak Ramazan ayının son on gününde tekli gecelerde aranması gerektiği nakledilmektedir.[24] 27. gecenin Kadir gecesi olduğuna dair hadisi şerifler olsa da kesinlik ifade etmemektedir. Bu gecenin kesin olarak bildirilmemesi de birçok hikmeti içinde barındırmaktadır. Böylece müslümanlar sadece bir geceyle yetinmeyip, son on günde her gün Kadir gecesi olabilir düşüncesiyle daha çok ibadet ve taatlemeşgul olmaktadır.

.

Fidye: Yaşlıların veya iyileşme umudu bulunmayan hastaların, Ramazan’da tutamadıkları oruçların bedeli olarak her güne karşılık bir fakirin bir günlük yiyecek ihtiyacını temin edecek miktarda verdikleri para veya iâşedir.Fidyenin meşruiyet şartı “oruç tutmaya güç yetirememek”tir. Bu durumda olan kişi daha sonra kaza etmeye gücü bulamıyorsa tutamadığı günler sayısınca fidye öder. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakasına denktir. Bir fakiri bir gün doyuracak (iki öğün) yiyecek para veya mal olarak verilebilir.

Fidye, Ramazanın başında veya sonunda toplu olarak ödenebileceği gibi ramazanın içerisinde günlük olarak da ödenebilir. Hasta veya yaşlı olan kimse fidyesini ödedikten sonra sağlığına kavuşursa cumhur görüşe göre tutamadığı oruçları kaza etmelidir.Sağlığında fidyesini veremeyen kişi, varislerine bunun ödenmesini vasiyet etmelidir.

.

Fitre (Fıtır Sadakası): Ramazan ayının sonuna yetişen ve asli ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı mala sahip bulunan her Müslümanın vermesi gereken sadakadır.Hanefilere göre fitre vermek vacip, Şafiî, Malikî ve Hanbelîlere göre farzdır. Baş sadakası olarak da isimlendirilen fitre, Ramazan ayını yaşayan, onun bereket ve mağfiretinden faydalanan müslümanların şükrünün bir ifadesidir. İbn Abbas fitrenin teşrî hikmetini “Rasûlullah fitreyi, oruç tutanı anlamsız ve çirkin davranışlardan temizlesin, fakirlere de yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır.”[25]diyerek açıklamıştır. Bu sözlerden hareketle bazı alimler fitreyi namazın eksiklerini tamamlayan sehiv secdesine benzetmişlerdir. Bununla birlikte fitre, yoksul kimselerin ihtiyaçlarını gidermeye, toplumda yardımlaşma ve dayanışmanın geliştirilmesine, toplumun her kesiminden insanın bayramı coşku ve neşe ile karşılamasına katkı sağlar.

Dört mezhebe göre fıtır sadakası, Ramazan bayramından bir veya iki gün öncesi ile bayram namazı vakti arasında kalan süre içinde ödenebilir. Fakirlerin ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla fitrenin bayramdan bir-iki gün önce fitrenin verilmesi teşvik edilmiştir. Hanefilere göre Ramazan ayının girmesinden itibaren ödenebilir. Bayramdan sonraya bırakılması mekruh (bazı alimlere göre haram) olmakla birlikte ödeme yükümlüğü devam eder.

Kişi velayeti altında olan ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin fıtır sadakasını vermekle sorumludur. Fitre vermeye öncelikle ihtiyaç sahibi akraba ve yakın çevredeki fakirlerden başlanılmalıdır. Borçlular, yolcular, Allah yolunda olanlar gibi zekat verilebilen herkese fitreverilebilir.

Fitre, dinen zengin sayılanlara(temel ihtiyaçları haricinde nisap miktarı malı olanlar), eşlere, usülüne (anne-babası, dede ve nineleri), fürûna (çocukları ve torunları), bakmakla yükümlü oldukları yakınlarına verilmez.

.

Kaza: Belli bir vakitte eda edilmesi gereken bir ibadetin, bu vakit haricinde ifa edilmesine kaza denilir. Ramazan ayında hastalık, yolculuk, hayız, nifas gibi bir özür sebebiyle yahut yanılarak veya kasıtlı olarak bir gün veya daha fazla oruç tutmayan kimse, daha sonra bunların kazasını tutması gerekir.

İlaç ve gıda olmayan (çiğ pirinç, çiğ hamur, un gibi) şeyleri yemek, ağzı çalkalarken boğaza su kaçırmak, kasten ağız dolusu kusmak, bayılmak, delirmek gibi durumlar orucu bozup kazayı gerektiren durumların bazılarıdır.

Hanefiler dışında üç mezhebe göre orucun kazasını tutmayı ihmal ederek gelecek Ramazana kadar tutmayan kişiler, kaza ile birlikte fidye vermeleri gerekir. Kaza orucunu mazeretsiz olarak geciktiren kişinin günahkar olacağı konusunda alimler müttefiktir.

Başlanıp bozulmuş nafile oruçlarında kazası gereklidir. Şafiler başlandığı halde tamamlanmayan nafile oruçların kazasının gerekmediği görüşündedir.

.

Kefaret: Dinin belirli yasaklarını çiğneyen kişilerin hem ceza hem de Allah’tan mağfiret dilemek maksadıyla yükümlü tutulduğu mali ve bedeni nitelikteki ibadetlerdir. Kefaretler günahı ve kötülükleri örten, Allah katında affedilmeye vesile olan birtakım davranışlardır. Ramazan günü bilerek, isteyerek, özürsüz olarak orucunu bozan kimseye hem kaza hem de kefaret gerekir. Orucun kefareti sırasıyla köle azad etmek, peş peşe iki ay oruç tutmak veya altmış fakiri doyurmaktır. Oruç kefaretinin dayanağı şu hadisi şeriftir:

Bir adam “Mahvoldum” diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gündüzünde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz;

-“Köle azat etme imkânın var mı?”

-“Hayır, yok.”

-“Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?”

-“Hayır. Bu iş de zaten sabredemediğim için başıma geldi.”

-“Altmış fakiri doyuracak malî imkânın var mı?”

-“Hayır.”

Bu sırada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam “Bizden daha muhtaç kimse mi var?” deyince Peygamberimiz gülümseyerek “Al git, bunları ailene yedir” diyerek adamı gönderdi.[26]

Hanefiler, kefaret seçeneklerinde sıranın gerekli olduğunu savunmuştur. Buna göre iki ay peş peşe oruç tutabilecek bir kişinin altmış fakiri doyurması kefaret yerine geçmez.

.

Rü’yet-i Hilâl: Kameri ayların başlangıç ve bitişlerini tespit etmek için hilali gözlemek ve batı ufkunda güneşin batışını müteakip görmektir. Dinimizde oruç, hac gibi belirli zamanlara tahsis edilen ibadetlerin zamanları kamerî yıl esas alınarak belirlenir. Oruç ibadetini başlangıcını tespit etmek için Ramazan ayına ait hilalin gözle görülmesi gerekmektedir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s) “Hilâli (ramazan hilâli) görünce oruca başlayınız ve hilâli (şevval hilâli) görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayınız”[27]buyurmuştur. Burada Hz. Peygamber, hilali çıplak gözle görülmesini şart koşmamış, o günün şartlarında uygulanan metodu anlatmıştır. Hadiste aslonan hilalin görülmesidir. Günümüzde astronomi ilminin verilerinden yararlanarak ay ve güneşin hareketlerini hassas bir şekilde tespit edildiğinden bu veriler ışığında Ramazan orucuna başlamalı ve bayram yapmalıyız.

.

Savm-i Visal: İki veya daha fazla günü iftar etmeksizin oruçlu geçirmeye visâl orucu (savm-i visâl) denilir. Peygamber Efendimiz Müslümanlara ağır geleceği için visal orucunu tutması yasaklamıştır. Ashâb-i kirâm: "Yâ Rasûlullah! Ama sen visal orucu tutuyorsun" dediklerinde Hz. Peygamber: "Siz benim gibi değilsiniz; beni Rabbim yedirir, içirir"[28] buyurmuştur. Bu hadisi şeriften hareketle peş peşe iftar etmeksizin oruç tutmak mekruh kabul edilmiştir

.

Şek günü:Havanın bulutlu olması gibi herhangi bir sebepten ötürü şaban ayının yirmi dokuzundan sonraki günün şaban mı yoksa ramazan mı olduğu konusunda şüphe meydana gelirse, bugüne “şek günü” denilir. O günün Ramazan’a ait olup olmadığı şüphelidir. Şek gününde oruç tutmak mekruhtur. Peygamberimiz (s.a.s) ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamayı yasaklamıştır.[29]

.

Reyyân: Yalnızca oruç tutan müslümanlarıngireceği cennet kapısının ismidir. Peygamber Efendimiz ahirette oruçluların nasıl karşılanacağını hadisi şerifinde bildirmiştir: “Mahşer yerinde bir ara "Oruç tutanlar nerede?" diye seslenilecek. Oruç tutanlar yerlerinden doğrulacak. Onlar cennete girince bu kapı kapanacak; artık oradan kimse girmeyecek. Reyyân kapısından girenler bir daha susuzluk çekmeyecek.”[30]

Her müslümanın derecesine göre ayrı kapıdan gireceği bildirilen cennette oruçlular için özel bir girişin tahsis edilmesi Allah katında oruç ibadetinin kıymetini göstermesi açısından oldukça önemlidir.

.

Mukabele: Ramazan ayında cami, mescid veya evlerde bir hafızın yüksek sesle okuduğu Kur’anı, başkasınınmushaftan takip ederek hatim indirmesine denilir. Bu gelenek,Cibril’in her Ramazan ayında Allah Rasûlü’ne gelerek o ana kadar nazil olan ayetleri karşılıklı olarak okumalarına dayanır. Buna da arza denilir. Hz. Peygamber vefat edeceği sene Cebrail ile iki kere Kur’an’ı baştan sona okumuştur.

Hz. Peygamber evlerinde Kur’an okuyan, müzakere eden ve dinleyen kişileri hadisi şerifinde müjdelemiştir:

"Allah evlerinden bir evde, Allah'ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan kimselerin üzerine sekine iner, onları rahmet kuşatır, melekler etraflarını sarar ve Allah onları kendi katında bulunanlara överek anlatır."[31]

.

Teravih: Sözlükte “rahatlamak, dinlendirmek” anlamına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan teravih,Ramazan ayına mahsus olarak yatsı namazından sonra kılınan namazdır. Bu namazda her dört rekatta bir miktar oturarak istirahat edildiği için teravih (terviha) ismi verilmiştir. Her bir tervihada dinlenildiği gibi zikir ve salavatla da değerlendirilebilir. Ülkemizde bu aralar Peygamber Efendimiz’e salavat getirilerek ve ilahi okunarak doldurulmaktadır.

Teravih namazı sünneti müekkededir, orucun değil ramazan ayının sünnetidir.Hz. Peygamber,başlangıçta cemaat ile kıldırdığı teravih namazını, ashabının yoğun ilgi göstermesi ve cemaatinin her gün artması üzerine Allah’ın farz kılmasından endişe ederek daha sonraları evinde kılmıştır.[32] Teravihin evlerde kılınması Hz. Ömer dönemine kadar devam etmiştir. Hz. Ömer,teravihin farz kılınmasının artık mümkün olmaması üzerine h.14. yılında Übey b. Kab’dan bu namazı cemaattle kıldırmasını istemiştir. Böylece teravihin cemaatle kıldırılması günümüze kadar gelen bir uygulama olmuştur.

Teravih namazının 8, 10, 16, 20, 36, 38, 40 rekat olduğuna dair rivayetler bulunmakla birlikte alimlerin çoğunluğu Hz. Peygamber’in 20 rekat kıldığı görüşündedir. Hz. Peygamber’in namazlarında rekat sayısından çok kıraat, rüku ve secdeleri uzun tutmaya önem verdiğini bilmemiz gerekir. Amellerin en faziletli sorulduğunda “kıyamı uzun namaz”[33] diyerek cevap veren Rasûlullah ’ın sahura kadar namazlarını uzattığı sahabeden nakledilmiştir.[34]

Cumhur fukaha teravih namazında iki rekatta bir selam verilmesinin daha faziletli olduğu görüşündedir. Şafii mezhebinde ise iki rekat bir selam vermek farzdır. Hanefilerde ise böyle bir şart olmamakla birlikte yirmi rekat tek selamla da kılınabilir ancak bunun mekruh olduğu kabul edilmiştir.

Teravih namazı yatsı namazından sonra vitirden önce kılınır. İmsak vaktine kadar zamanı olmasına rağmen gecenin ilk üçte birlik kısmına veya yarısına ertelemek müstehaptır.

Teravih namazı iki rekatta bir selam verilecekse sabah namazının, dört rekatta bir selam verilecekse ikindi namazının sünneti gibi kılmak gerekir.

.

İtikâf:Bir mescidde ibadet amacıyla belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmeye denilir. Kur’an’ı Kerim’deki “Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın[35] ayeti kerime ve Rasûlullah’ın Ramazın son gününde itikâfa girdiğini bildiren hadisi şerif[36]itikâfın dayandığı delillerdir.

İtikaf, kişinin dış dünyadan uzaklaşmasına, Rabbine yönelmesine, nefsin arzu ve isteklerini dizginlemesine, manevi olarak olgunlaşmasına vesile olan bir ibadettir. İtikafta olan kişi zamanını namaz, Kur’an tilaveti, dua, zikir ve tefekkürle geçirmelidir. Tefekkür etmek, tefsir, hadis, siyer okumaları yapmak, ilim sohbetlerine katılmak da itikafta yapılabilecek ibadetlerdendir.

İtikâfın ramazanın son on gününde yapılması müstehap görülmüştür. Böylece ramazının son on gününde bulunan Kadir gecesi de itikâflı olarak ihya etme fırsatı kazanılır.İtikâfa giren kişinin cünüp, hayız ve nifas hallerinden temizlenmesi, mükellef olması ve niyet etmesi gereklidir. İtikafamescid veya mescid hükmünde olan yerlerde girilir. Hanefi ve Şafilere göre cuma namazı kılınan camilerde itikâfa girmek daha faziletlidir. Bayanlar ise camilerin uygun bölümlerinde itikafa girebilecekleri gibi evlerinde de itikafa çekilebilirler.

İtikafta bulunan kişi zaruri ve doğal ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkabilir.Yiyeceğini dışarıdan getiren birinin bulunması durumunda yemek için dışarı çıkmaz. Mescidin içerisinde yemeğini yer ve istirahat eder.

İtikâf belirli vakte mahsus bir ibadet olmayıp Ramazan da ve Ramazan dışında herhangi bir zamanda yapılabilir. İtikafın alt bir sınırı yoktur. Bir veya birkaç saatliğine itikâf niyetiyle camide kalınabilir.



[1] Meryem 19/26.

[2] Bakara 2/183.

[3]Buhârî, “İmân”, 34, 40, “İlim”, 25; Müslim, “İmân”, 8.

[4]Kadr 97/3.

[5]Buhârî, “Savm”, 6; Müslim, “Sıyâm”, 203.

[6]Buhârî, “Savm”, 5; Müslim, “Sıyâm”, 1-5.

[7]Buhârî, “Leyletül-Kadr”, 5;  Müslim, “İtikâf”, 7.

[8]Buhârî, “Savm”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 45; Tirmizî, “Savm”, 17; Nesâî, “Sıyâm”, 18-19, 24.

[9]EbûDâvûd, “Savm”, 17; Nesâî, “Sıyâm”, 25-26.

[10]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 12.

[11] Müslim, “Sıyâm”, 46; EbûDâvûd, “Savm”, 16; Tirmizî, “Savm”, 17; Nesâî, “Sıyâm”, 27.

[12]Buhârî, “Ezân”, 11, 13, “Şehâdât”, 11, “Savm”, 17; Müslim, “Sıyâm”, 36-39; Tirmizî, “Salât”, 35; Nesâî, “Ezân” 9-10; İbniMâce, “Sıyâm”, 30.

[13]Buhârî, “Savm”, 20, “Teheccüd”, 8; Müslim, “Sıyâm”, 47; Nesâî, “Sıyâm” 20-22.

[14]Müslim, “Sıyam”, 5,54; EbûDâvûd, “Savm”, 19.

[15]Buhârî, “Savm” 45; Müslim, “Sıyâm”, 48; Tirmizî, “Savm”, 13; İbniMâce, “Sıyâm”, 24.

[16]EbûDâvûd,  “Sıyam”, 21; Tirmizi, “Savm”, 10; Nesai, “Sıyam”, 28; İbn-i Mace, “Sıyam”, 25.

[17]Tirmizi, “Savm”, 82; İbn-i Mace, “Sıyam”, 45.

[18]İbn-i Mace, “Sıyam”, 48.

[19]EbûDâvûd,  “Savm”, 22.

[20] Kadir 97/3.

[21]Taberi, Camiu’l-Beyan, 2000, XXIV, 531; Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 312.

[22]Buhârî, “Leyletül-Kadr”, 1.

[23]Tirmizî, “Da´avât”, 84; İbnMâce, “Dua”, 5.

[24]Buhârî, “Fazlüleyleti’lKadr”, 2-3; Müslim, “Sıyâm”, 205-220.

[25]Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 277; .V, 432.

[26]Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm”, 81; EbûDâvûd, “Savm”, 37.

[27]Buhârî, “Savm”, 5, 11; Müslim, “Sıyâm”, 3-4, 7-10.

[28] Müslim, “Sıyâm”, 56, 57.

[29]Buhârî, “Savm”, 11, 14; Müslim, “Sıyâm”, 21; EbûDâvûd, “Savm”, 10.

[30]Buhâri, “Savm”, 4,

[31]Müslim, “Zikir”, 38;EbûDâvûd, "Vitr", 14.

[32]Buhârî, “Teheccüd”, 5; “Salatü’t teravih”, ; Müslim, “Salâtü’l-müsâfîrîn” 177-178.

[33]EbûDâvûd, “Tevattu”, 23.

[34]EbûDâvûd, “Şehru Ramazan”, 1.

[35] Bakara 2/187.

[36]Buhârî, “İtikâf”, 1;  Müslim, “İtikâf”, 5.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.