Yarım Kalmış Bir Hicretin Hikâyesi

"Hâlid b. Hizâm radıyallahu anh"

Gecenin karanlığı her yanı kaplayıp insanlar uykuya daldığında, Hâlid b. Hizâm doğup büyüdüğü şehri, Mekke’yi terk etmeye hazırlanıyordu. İnsanın eşinden dostundan ayrılması, sevdiklerini geride bırakması hiç kolay değildi ama Hâlid gitmek zorundaydı.

Müslüman olduğu ilk günden beri öyle acılar çekmiş, öyle işkenceler görmüştü ki artık dayanabilecek gücü kalmamıştı. Ya şehrin ileri gelenlerinin baskısına teslim olup İslam’dan vazgeçecek ya da Rabbine sığınıp hicret edecek, Habeşistan’a gidecekti. 

Ortalığın iyice sakinleştiği ve şehrin sessizliğe gömüldüğü bir anda evinden gizlice çıkıp birkaç arkadaşıyla birlikte yola koyuldu. Habeşistan’da adil bir hükümdar vardı ve onun topraklarında hiç kimseye zulmedilmiyordu. Bir süre orada kalacak, sonra ilk fırsatta Mekke’ye, imanın doğduğu şehre, geri dönecek; sevdiklerine, Muhammed aleyhisselâm’a kavuşacaktı. 

Yola henüz çıkmıştı ki hasretin acısını, gurbetin soğukluğunu yüreğinde hissetmeye başladı. Hanımı Ümmü Habîb ve kızı Ümmü Muhsin’i Mekke’de bırakmış, onları Rabbine emanet etmişti.[1] Kim bilir belki de yıllarca onları göremeyecek, onlardan tek bir haber bile alamayacaktı. Sonra kardeşi Hakîm’i düşündü. Henüz iman etmemişti ama Müslümanlara karşı çok merhametliydi. Son derece zengin ve cömert olan Hakîm, hak dine uzak kalmayacak, elbet bir gün Müslüman olacaktı. Kardeşini hatırladığında yüreğinde bir ferahlık hissetti. Mekke’deki fakir ve yetimleri,  garip ve kimsesizleri bağrına basan Hakîm b. Hizâm, yengesini ve yeğenlerini yalnız ve yardımsız bırakmazdı.[2]

Hâlid’i asıl endişelendiren halası Hz. Hatice ve onun mübarek eşi, âlemlerin efendisi Muhammed aleyhisselâm’dı. Onların yaşadığı acıları, çektikleri işkenceyi düşündükçe yüreği daralıyor; çaresizliğin acısıyla kahroluyordu. Allah Rasûlü ve halası Hatice için dualar ediyor, İslam’ın zaferi ve Müslümanların selameti için Rabbine yalvarıyordu. Elbette yüce Allah, Rasûlüne yardım edecek, mü’minleri yalnız bırakmayacaktı. Ama direnmeleri, bu oldukça zorlu ve mübarek imtihanı başarıyla geçmeleri, sabretmeleri gerekiyordu.

Habeşistan ne kadar uzak ve kim bilir nasıl bir yerdi? Bir adım ötelerinde neler olacağını  bilemeyen Müslümanlar, hem uzak diyarlarda nasıl yaşayacaklarını hem de Mekke’de bıraktıkları yakınlarını düşünüyor; korkuyla ümit arasında yollarına devam ediyorlardı.

Önce Cidde’ye, Şuaybe limanına gidecek, oradan bir gemiyle Kızıldeniz’i aşacak ve Afrika sahillerine ulaşacaklardı. Sonrasında kendilerini Aksum Krallığı’na doğru günlerce sürecek zorlu bir yolculuk bekliyordu. Bu arada Mekke müşrikleri askerî bir birliği harekete geçirmiş, gemiye binmeden önce Müslümanları yakalamak, onları zincire vurup Mekke’ye geri getirmek istiyorlardı. Yol uzun, yolculuk çetin ve tehlikelerle doluydu.

Bütün bu endişe ve korkuların, hüzün ve kederlerin yanında Hâlid’in tek tesellisi amcasının oğlu ve kayınbiraderi olan Zübeyr b. Avvâm’ın Habeşistan’da kendisini bekliyor olmasıydı. Hâlid, Zübeyr’i ve diğer iman kardeşlerini bulacak, onlarla birlikte Allah’ın dilediği bir vakte kadar Habeşistan’da kalacaktı.

Gecenin karanlığında tüm korku ve endişeleri ümit rüzgârlarıyla yok edip hakkın hâkim olacağı, insanların akın akın İslam’a koşacağı güzel günleri, Muhammed aleyhisselam’ın önderliğinde adalet ve kardeşliğin hüküm süreceği yeni bir dünyayı düşünmeye başladı. Tarifsiz bir huzur ve mutluluk yayıldı yüreğine. Bedeni bu güzel düşüncelerin verdiği rahatlıkla uykuya teslim oldu.

Hâlid belki de rüyasında Allah Rasûlü ve sevdikleriyle mesut bir hayatın tadına varırken sinsi bir yılanın üzerine geldiğinden habersizdi. Birden vücudunda derin bir acı, dayanılmaz bir sancı hissetmeye başladı. Hâlid b. Hizâm’ın mübarek hicret yolculuğu çölün tenha bir köşesinde bir yılanın saldırısıyla son buldu.[3]

Hâlid,  Zübeyr’in yanına, Habeşistan’a, varamadı[4], İslam’ın zafer dolu günlerini göremedi belki ama sonsuz mutluluğa, Rabbinin rızasına, ebedi cennet bahçelerine ulaştı. Allah Teâlâ kitabında Hâlid’i ve onun gibi aziz insanları şöyle anlattı:

“Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde gidilecek pek çok yer ve geniş imkân bulur. Allah ve Rasûlüne hicret etmek üzere evinden çıkıp da hicret edeceği yere varmadan yolda ölen kimseyi mükâfatlandırmak Allah'a aittir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.”[5]

Yüce Mevlâ’nın sonsuz af ve merhametine sığınıyor, Hâlid b. Hizâm’la Cennet bahçelerinde buluşmayı temenni ediyoruz. Âmin.



[1] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 2679.

[2] İbn Abdülber, el-İstî’âb, I, 362. Hakîm b. Hizâm hakkında daha geniş bilgi için bkz. İbrahim Sarıçam, ‘Hakîm b. Hizâm’, DİA, XV, 187.

[3] İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 119; Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, 202.

[4] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, I, 569. Zübeyr b. Avvâm, Hâlid’in vefatıyla ilgili şöyle der; “Habeşistan’da bulunduğum sıralarda Hâlid b. Hizâm’ın yola çıkıp yanıma gelmesini beklerken, onun hicret yolculuğunu tamamlayamadan vefat ettiği haberini alınca duyduğum üzüntüden daha büyük bir hüzün duymamışımdır.” Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, 202

[5] Nisâ Sûresi 4/100.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.