Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir: “Öğrendiğini uygulamak çok önemlidir. Çünkü bildiğimizi yaşadığımız takdirde, bize bilmediklerimizin öğretileceği vaad edilmiştir.”

İlim çalışmalarıyla dolu bir hayatın yansımasını kitaplarla, akademik alandaki çalışmalarla görebiliyoruz. Bütün bunların dışında, bizim bilmediğimiz arka planda Mehmet Yaşar Kandemir nasıl bir hayatın içinden gelmiştir?

Bismillâh, Elhamdulillah vessalatu Ve’s Selamu alâ Resulillah.

Babam (Allah ona rahmet eylesin) köyümüzün imamıydı. Kur’an-ı Kerim’i ve ilk dinî bilgileri ondan öğrendim. Annem (Allah ona da rahmet eylesin) okuma yazma bilmezdi. Namaz surelerini, Âyetül Kürsî’yi, Âmenerresûlü’yü, evimizin işlerini yaparken babamdan birer ikişer kelime hâlinde öğrenip ezberlerdi. Güzel dinimiz, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı. Dinin yaşandığı bir ortamda büyümek, dinî hayatın nefes almak, su içmek gibi vazgeçilmez bir şey olduğunu hissetmek çok önemlidir. Yuva kuran ve kuracak olan gençlerimize sözün başında bunu hatırlatmak isterim.

İlkokulu bitirince annem, babam beni okutmak için Yozgat’a göçtüler. Bir yıl Kur’an kursunda okudum, hafızlığa başladım. Bir yıl sonra İmam-Hatip Okulu açıldı. Hocalarım benim orada okumamı uygun gördüler. Bu sebeple Yozgat İmam-Hatip Okulu’nun bir numaralı öğrencisi oldum. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Sivas İmam-Hatip Okulu’nda üç yıl öğretmenlik yaptım. Ardından İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne hadis asistanı oldum.

Hadis ilmine olan alakanız ne zaman başladı?

Hadis ilmine alaka besleyen Peygamber muhabbetidir. Yozgat İmam-Hatip Okulu’nda çok sevdiğimiz ve kendisine hayranlık duyduğumuz bir hocamız vardı: Şeyhzade Ahmet Efendi (Allah ona rahmet eylesin). Biz Allah sevgisini ve Peygamber muhabbetini ondan öğrendik. Bir insan her “Allah” dedikçe veya bir başkası onun yanında “Allah” dedikçe bütün hücreleriyle titrer mi? İşte biz bunu, manevî yönünün ağırlıklı olduğuna inandığımız Şeyhzâde Ahmet Efendi hocamızda gördük. O melek-simâ insanın ağzından sevgili Peygamberimizin mübarek adı bir başka güzellikte çıkardı. Server-i Enbiya Efendimizin Hadis-i Şeriflerini onun ağzından işitirken Medine hurmasını emer gibi olurduk. Peygamber muhabbeti ve hadis sevgisi bendenizde böyle başladı.

Uzun ve bereketli bir ömrün içinde Riyazu’s Salihin, El-Edebu’l Müfred, Şifâ-i Şerîf, Şemail-i Şerif gibi pek kıymetli eserlerin şerhleriyle alakadar oldunuz. Hususi olarak bu eserler üzerinde çalışmanızın sebebi nedir?

Biz aziz bir milletin evladıyız. Büyüklerimiz güzel dinimizi en doğru, en iyi şekilde yaşamaya gayret ettiler. Dinin iki ana kaynağının Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif olduğunu anlayınca, onlara büyük önem verdiler. Günlük hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz Hadis-i Şeriflere bizi götürecek kitapları araştırdılar. Bunların başında İmam Nevevî’nin “Riyazu’s Salihîn” adlı eseri olduğunu öğrenince onun üzerinde yoğunlaştılar. Hadislerin bir derya olduğunu fark edince ahlâk hadislerini ağırlıklı olarak derleyen İmam Buhari’nin “El-Edebu’l Müfred”i gibi eserlere ulaştılar.

Din büyüklerimiz Peygamber Efendimizi en iyi hangi kitaptan öğreneceklerini araştırdılar ve “Şifâ-i Şerîf”e ulaştılar. Gerçekten de “Şifâ-i Şerîf”, hayatı dışında Resulullah Efendimizi en kapsamlı şekilde anlatan kitaptır. Padişahlar, vezirler, hanım sultanlar yaptırdıkları camilerin vakfiyesine “Benim camimde Şifâ-i Şerîf okutulacak.” diye yazdılar. Öyle de oldu. “Şifâ-i Şerîf” okuyan anlamında “Şifâhân” denilen âlimler bu camilerde halka “Şifâ-i Şerîf” okudular. Buna bir misal vermek isterim, Eyüp Sultan Camii Şerifinde 1923’e kadar “Şifâ-i Şerîf” okundu. Bu caminin emekli imamı ve hâlen Reîsu’l Kurrâ olan 100 yıllık bereketli bir ömrü geride bırakan Ahmet Arslanlar Efendi bana camide iki yer gösterdi: “Şurada Hoca Osman Efendi’nin minderi vardı, o burada ‘Şifâ-i Şerîf’ okurdu. Şurada da Zeynel Efendi’nin minderi vardı, o da orada ‘Şifâ-i Şerîf’ okurdu.” demişti.

Bu geleneğimizi ihya etmek maksadıyla Emin Saraç Hoca Efendi’nin (Allah ona afiyet versin) irşatlarıyla on altı yıl önce Eyüp Sultan Camii şerifinde “Şifâ-i Şerîf” okumaya başladım. İlk okumayı yedi senede tamamladım ve bu arada pek değerli eseri tercüme ve şerh ettim. Bizim geleneklerimizi çok iyi bilen ve Fatih Camii şerifinde defalarca “Şifâ-i Şerîf” okutan Emin Saraç Hoca Efendi, “Şifâ-i Şerîf”i yeniden okumaya başlamadan önce, İmam Tirmizî’nin “Şemâil-i Şerîf”ini okumamı tavsiye etti. Onu da iki yılda tercüme ve şerh ederek okudum, sonra tekrar “Şifâ-i Şerîf” okumaya başladım.

Sorunuza tekrar dönecek olursak, bir çocuk annesinin sütüyle nasıl beslenip büyürse bizim milletimiz de işte bu kitapları okuyarak manen beslendiler, güçlendiler. Dünyanın hayranlıkla izlediği büyük bir millet oldular. Bendeniz işte bu geleneği canlı tutmaya çabalıyorum. Atalarımızın izini takip ederek halkımızı manen besleyecek kitapları gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Bizim gibi ilahiyat tahsili yapanların asıl görevi, halkımızı manen beslemektir. Gönül İlahiyat fakültelerinde belli merhaleleri aşmış olan hocalarımızın sahalarıyla ilgili kitapları camilerimizde halka okumalarını ve onlarla kaynaşıp bütünleşmelerini arzu ediyor. Her Pazar günü öğle namazından bir saat önce yaptığım Şifa derslerini bilgisayar mühendisi bir kardeşim kaydediyor ve “şifaşerif.com” adresinden yayımlıyor. İnşallah, bu kitapları evlerimizde çocuklarımızla birlikte ailece okur, onların ruhlarının beslenmesine imkân hazırlarız.

Böyle yoğun içerikli, kıymetli, ciltli eserleri okurken nasıl bir usul belirlemeliyiz? Bir okuma sırası var mıdır? Bu eserler için diğer kitaplardan ayırıcı olarak nasıl bir okuma planımız olmalı?

Öncelikle yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i her gün okumaya çalışmalıyız. En uygunu her gün “Bir cüz” okumaktır. Bu mümkün değilse, “Yarım cüz” yani on sayfa, o da mümkün değilse, her gün bir “Hizb” yani beş sayfa okumaya gayret etmeliyiz. Hadis kitaplarına gelince onları mutlaka şerhleriyle birlikte okumalıyız. Hadis okumalarına “Riyazu’s Salihîn” ile başlayabiliriz. İki kıymetli hadis âlimi arkadaşımla birlikte hazırladığımız ve fihristiyle birlikte sekiz cilt hâlinde basılan bu kıymetli eserin bir de kolayca taşınabilen küçük boy baskısı da var. Hadis kitaplarının bir kısmını tek başına, bir kısmını da arkadaşlarımızla veya ailece okumalıyız. Ailece okumak son derece önemlidir. Haftanın iki veya üç günü, hiç olmazsa haftada bir, bir hadis kitabı etrafında buluşmalıyız. Evimizin duvarlarında Peygamber Efendimizin sözleri yankılanmalıdır.

Üzerinizde derin izler bırakan şahsiyetler kimlerdir?

İmam-Hatip Okulu’nda büyük ölçüde etkilendiğim hocamın Şeyhzâde Ahmet Efendi olduğunu söyledim. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocamız olan Mahir İz Bey’in bir konuyu aşkla heyecanla, coşkuyla anlatması sadece beni değil, hemen bütün arkadaşlarımı etkilemiştir. Doktoramı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Arap Filolojisi’nde yaptım. Hocam Nihad Mazlum Çetin’in efendiliği, nezaketi ve fedakârlığı beni kendisine hayran bırakmıştı. Tevazu her insana yaraşır ama tevazuun en fazla yakıştığı kimseler şüphesiz ilim adamlarıdır. Hadis asistanı olduğum yıllarda Faslı Profesör Muhammed Tanci’yi tanıdım. Hocamız kitaplarına çok düşkündü. Ama biz asistanların kitaplarından faydalanması için odasının anahtarını, kapının üstünde bir yere bırakırdı. Biz hocanın bulunduğu veya bulunmadığı zamanlarda odasına rahatça girer ve kitaplarından faydalanırdık. Kitaplarını onlara muhtaç olanların hizmetine sunmak, büyük bir fedakârlıktır. Rabbim hepsine rahmet eylesin.

Gençlik yıllarınızda fikri anlamda size çokça katkı sağladığını düşündüğünüz kitaplar hangileridir?

Muhammed Hamidullah’ın “İslâm’a Giriş”, Mehmet Kaplan’ın “Nesillerin Ruhu”, “Büyük Türkiye Rüyası”, Yahya Kemal’in “Aziz İstanbul”, Nihad Sami Banarlı’nın “Türkçe’nin Sırları”, Kadir Mısıroğlu’nun “Sarıklı Mücahitler” adlı eserlerini sayabilirim.

Gençlerin hadis ilmi ile olan alakası hususundaki kanaatiniz nedir? Bu alaka nasıl olmalıdır?

Gençlerimizi ihtiyaçları olan bilgilerle buluşturamadık. Özellikle de dine ve dinî bilgiye olan ihtiyaçlarını onlara anlatamadık. Ruhlarının midelerinden daha fazla doyum beklediğini ve ancak bu yolla mutlu olabileceklerini onlara öğretemedik. Hadis-i Şerifler, Server-i Enbiya Efendimizin geride bıraktığı ayak izleridir. Biz hadisleri okudukça, onun mübarek izine basarak yürümüş oluruz. Bu izler bizi Allah’a ve cemâlullaha götürür. Hadisler bizi ana kitaba, Kur’an-ı Kerim’e götürür ve onu doğru anlamamızı sağlar. Kur’an-ı Kerim’i ilk açıklayan, onu hadisleriyle ilk tefsir eden Peygamber Efendimizdir.

Kur’an-ı Kerim’in tefsirini Allah’ın Resulünden öğrenmeyen bir kimse, kafası karışıkların ağına düşer. Onların Kur’an-ı Kerim hakkında söylediklerini doğru zanneder. Gençlerimizin önünde maalesef böyle bir tuzak var. Onların bu tuzağa düşmemesi için Hadis-i Şerifleri çok okumaları gerekir. Hadis âlimlerimizin herkesin kolayca anlayacağı sadelikte “Hadis Usulü” kitapları var. Hadis okumaya başlayacak gençlerimiz bu kitapları iki üç arkadaş bir araya gelerek ve okudukları üzerinde düşünerek okumalıdır. Öğrendikleri bilgileri yine birlikte okuyacakları hadis kitapları üzerinde uygulamaları faydalı olur.

Özümüzden uzaklaştığımız, tüketimin-israfın âdeta moda olduğu, ahlâksızlığın normalleştiği, değerlerin karıştığı bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir çağın gençleri olarak Efendimiz  hangi hasletine daha çok ihtiyaç duyuyoruz?

Yürek yakan hâlimizi pek güzel özetlediniz. Bu ortamda, gençlerimizin tıpkı Ashab-ı Kiram efendilerimiz gibi kardeş olduklarını hatırlamaları ve birbirlerine tutunmaları çok önemlidir. Sahabe efendilerimiz, Nebiler Sultanı Efendimizin etrafında halkalar hâlinde birleştiler. Biz de bugün onlar gibi olmalıyız, birbirimize tutunmalıyız ve bu hâlimizle en büyük düşmanımız olan şeytanı hasetinden çatlatmalıyız. Mademki yüce Rabbimiz, “Müminler yalnız kardeştir.” buyuruyor, kardeşten başka bir şey olmadığımızı bize hatırlatıyor, öyleyse biz de hâlini, tavrını, yaşayışını beğendiğimiz arkadaşlarımızı yürekten sevmeliyiz. Birbirimizi Allah rızası için sevmeliyiz, sevdiğimizi birbirimize söylemeliyiz. Kardeş olduğumuzu hiç unutmamalıyız. Birlikte oturmalı, birlikte okumalı, birlikte ibadet etmeliyiz. Birbirimize hep hayrı tavsiye etmeliyiz. Derdi olan kardeşimizin sıkıntısını birlikte gidermeye gayret etmeliyiz.

Âlimlerimizin “Evi sat Ezkâr’ı al” diye önemine dikkat çektikleri, İmam Nevevî rahmetullahi aleyhin pek kıymetli eseri El-Ezkâr’ın yakında bizlere ulaşacağı müjdesini aldık. Bu eser üzerinde çalışmanızdaki sebep nedir? Bu eser bizler için niçin kıymetli?

İmam Nevevî’nin eserleri ana sütü kıvamında olup besleyicidir. Onun “Riyazu’s Salihîn”i yedi asırdan beri İslâm ümmetini emzirip güçlendirmiştir. “El-Ezkâr” günlük hayatımızda Rabbimizle irtibatımızı temin eden, başımızın sıkıştığı her olayda O’na hâlimizi nasıl arz edeceğimizi gösteren bir hadis kitabıdır. Bu kitapta sadece dualar ve zikirler değil, ibadetlerimizi nasıl yapacağımıza dair de bilgiler vardır. Şunu biraz da mahcubiyetle arz etmek isterim: Benim çalışmamdan önce bu eser sekiz defa Türkçeye tercüme edilmiş. Ama bu kitaplarda hadislerin metinleri verilmediği için hadislerin ruha şifa veren kokusu hissedilmiyor. Çünkü hadislerin metinlerinde Peygamber kokusu vardır; bu sebeple Hadis-i Şerifler okununca ruha inşirah verir. Yine şunu da üzülerek belirtmek isterim ki dinî kitaplarımızın tercümesinde genellikle dil zevki gözetilmiyor. Arapça bilen herkesin dinî bir kitabı tercüme edebileceği sanılıyor. Kitap tercüme ediliyor, ama zevkle okunmuyor. İnşallah “El-Ezkâr”, Tahlil Yayınları’nın özenli baskısıyla, “Dualar, Zikirler ve Dinî Bilgiler” alt başlığıyla Mart ayının sonunda elinize ulaşacak. İmam Nevevî’nin çok önemli, hacmi daha küçük bir kitabı da Kur’an-ı Kerim’i nasıl okuyacağımızı bize öğrettiği “et-Tibyân”dır. Onu da bazı notlarla birlikte tercüme etmeye çalıştım. Onu da İnşallah Ramazan-ı Şeriften önce göreceğinizi tahmin ediyorum.

Çocuklar için yaptığınız çalışmalar da bu alanda öncü niteliğinde. Sizi bu alanda çalışma yapmaya sevk eden neydi?

1980 öncesiydi. Bir gazete, Avrupa’da çalışan ve tatil için yurda dönen işçi kardeşlerimizin çocuklarıyla bir röportaj yapmıştı. Çocuklardan birkaç tanesi, “Peygamberimizin adı ne?” sorusuna “Atatürk” diye cevap vermişti. Bu beni çok sarsmış ve çok üzmüştü. Demek ki ortada bir yangın vardı ve bu yangının mutlaka söndürülmesi gerekiyordu. O zamanlar çocuklar için yayımlanan dinî kitaplar pek de doyurucu değildi. “Dine Doğru” adlı ilk kitabımda Kelime-i Tevhidi ele aldım, kitabın ilk yarısında “Lâ ilâhe illallah”ı, ikinci yarısında “Muhammedün Resulullah”ı açıklamaya çalıştım. Sonra hamd olsun devamı geldi. Elli kitaptan sonra onların büyüdükleri zaman okuyacakları kitapları yazmaya gayret ettim.

Çocuklara din öğretimi konusunda dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Bu alanda çalışmalar yapmak isteyen gençler nereden başlamalı, çalışmalarını nasıl şekillendirmeliler?

Her şeyden önce ele alınacak konuda çocuklara sahih bilgi verilmeli ve buna özen gösterilmelidir. Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, Kur’an sevgisi, dinî görevleri yerine getirmenin önemi, Peygamber Efendimizin tavsiye buyurduğu ahlâk esaslarına bağlı kalmanın gerekli oluşu gibi konular işlenebilir. Çocuklar için kitap yazmak isteyenlerin önemsediği daha başka konular da olmalıdır. Dediğim gibi önemli olan o konuyu iyice araştırmak ve doğru bilgi vermektir. “Çocuklara Hikâyelerle 40 Hadis” adlı kitabımın benzerlerini görmeyi çok istedim. Bir defasında böyle bir kitaba rastladım. Merak ettim ve okumaya çalıştım. Hadis diye verilen bilgilerden iki tanesi hadis değil Kelâm-ı Kibar idi. Çok üzüldüm. Hadis olmayan bir cümleyi hadis diye göstermenin vebali çok ağırdır. Nitekim Peygamber Efendimiz bu konu üzerinde titizlikle durmuş, “Benim söylemediğim bir sözü bile bile Bana nispet eden cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur.

Önemli olan hususlardan biri de yazdığı kitabı bilgisine ve dil zevkine güvendiği insanlara okutmak ve yazdıklarını kontrol ettirmektir. Buna yeterince önem verilmediği maalesef bir gerçektir.

İlim ve amel arasında dengeyi sağlama çabasında olan gençlere neler tavsiye edersiniz? Bu dengeyi nasıl sağlayabiliriz? Nerede aşırılık yapıyor işin özünü kaçırıyoruz?

Öğrendiğini uygulamak çok önemlidir. Çünkü bildiğimizi yaşadığımız takdirde, bize bilmediklerimizin öğretileceği vaad edilmiştir. Farz ibadetleri, özellikle de namazı çok önemsemeli ve onlara çok değer vermeliyiz. Çünkü farzlar Allah’ın emridir. Biz dünyaya Rabbimizin buyruklarını yapmak, rızasını kazanmak ve ebedî yurdumuzu güzelleştirmek için gönderildik. Daha kısa bir ifadeyle söyleyecek olursak, biz dünyaya ahirete hazırlanmak için geldik.

Gençlik cevheri çok değerlidir. Onu kaybetmeden önce ibadetleri en güzel, en mükemmel şekilde yapmaya çalışmalıdır. Damarlarda kan deli deli akarken gençlik döneminin bitmeyeceği zannedilir. İbadetlerin ileri ki dönemlerde de yapılabileceği düşünülür. Hâlbuki gençlikte yapılmayan görevler ileri yaşlarda telâfi edilmeye çalışılsa bile, o zaman bir şeyler eksiliyor, noksanlaşıyor, gençlikte yapılan ibadetin zevk ve heyecanı duyulmuyor.

Gençlere şunu da tavsiye etmek isterim: Faziletli olduğunu öğrendiğimiz ibadetleri ölçülü yapmalıyız, aşırıya kaçmamalıyız. Aşırı yapılan ibadetler insanı yorar, bir süre sonra onların ihmal edilmesine yol açar. İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz nafile ibadetlerin, “Az da olsa devamlı yapılmalısını” tavsiye buyurmuştur.

Söyleşi: Kübra Nur Kayır

Hüma Dergisi, Nisan-Mayıs 2020, 3. Sayı

Kaynak: Dünya Bizim

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.