Peygamberini Sevmeli, Saymalı

Peygamberimizi niçin sevmeliyiz?

Bu sorunun kısaca cevabı şudur:

O bize Allah’ın buyruklarını getirdi; dinimizi öğretti; doğru yolu bulmamıza yardım etti; ebedî kurtuluşa ermemize aracı oldu.

Bu iyilikleri sebebiyle Peygamber Efendimizi sevmek bizim en tabiî görevimizdir.

 

Nasıl sevmeli?

 

İyi mü’min; Peygamberini canından ileri tutmalıdır. Bunu Allah Teâlâ istemektedir.[1]

Onu ana  babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmelidir. [2]

Hem Allah’ı hem Resûlullah’ı evrendeki her şeyden daha çok sevmedikçe mümin adını almak mümkün değildir.[3] Peygamber Efendimiz de böyle buyurmuştur.

Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selem’i sevmeyi gerektiren pek çok sebep vardır; ama bunların üçü çok önemlidir:

Birincisi, o, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.[4] 

İkincisi, Allah Teâlâ onu en üstün ahlâka sahip kılmıştır.[5]

Üçüncüsü de, onu kendimize model almamızı emretmiştir.[6]

Allah Teâlâ Tevrat’ta yahudilere,[7] İncilde hıristiyanlara[8] “O Peygamber”in geleceğini haber vermiş, özelliklerini tanıtmış, yahudiler ve hıristiyanlar da onu kendi öz oğulları gibi tanımışlardır.[9] Onu görür görmez kendisine iman etmeleri emredildiği halde, ne yazık ki, iman etmemişlerdir.

 

Efendimizin bazı özellikleri

 

Sevgili Peygamberimiz’in, bunlardan başka pek çok özelliği vardır.

O, peygamberlerin sonuncusudur;[10]

Âdem oğullarının efendisidir;[11]

Öldükten sonra mahşere gitmek üzere ilk defa o diriltilecektir;[12]

İnsanlara şefaat etme yetkisi (Makâm-ı mahmûd) sadece ona verilecektir.[13]

Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler ve Mü’minler, kıyamet gününde, hesabın başlamasından önce, onun “livâü’l-hamd” adlı sancağı altında toplanacaktır.[14]

Allah Teâlâ bütün peygamberlere “Ey Mûsâ! Ey Îsâ” diye adlarıyla hitap ettiği halde ona “Ey Nebî! Ey Resûl!” diye üstünlüğünü gösterir bir ifadeyle hitap etmiştir.[15]

Daha önceleri hiçbir peygambere verilmeyen şu beş şey hep birden ona verilmiştir:

Bir aylık yola kadar düşmanlarının kalbine korku salmak suretiyle Allah'ın yardımına nâil olmuştur.

Bütün yeryüzü ona hem namaz kılma yeri hem de teyemmüm ederek temizlenme vasıtası kılınmıştır.

Ganimet almak daha önceleri hiçbir peygambere helâl kılınmadığı halde ona helâl edilmiştir.

Ona âhirette şefaat yetkisi verilmiştir.

Bir de daha önceki devirlerde her peygamber sadece kendi kavmine gönderildiği halde, Resûl-i Ekrem bütün insanlara peygamber gönderilmiştir.[16]

İşte böyle bir Peygamber’in ümmeti olmak hem bir bahtiyarlık hem de büyük bir şereftir. Bu şerefe nâil olan kimse sevgili peygamberini elbette canından da, anasından, babasından da, oğlundan, kızından, eşinden de çok sevecektir.

 

Ümmetine düşkünlüğü

 

Her peygamber Allah Teâlâ’nın reddetmeyeceği duasını dünyada iken yapmış ve bu hakkını kullanmıştır. Sevgili Peygamberimiz ise reddedilmeyecek duasını, kıyamet gününde ümmetine şefaat etmek üzere âhirete saklamış ve böylece ümmetini ne kadar çok sevdiğini göstermiştir.

Çünkü o ümmetine çok düşkündür;

mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir;

mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona ağır gelir.[17]

Ümmetinin sıkıntıya düşmemesi, zor durumda kalmaması için her şeyi onlara emretmemiştir. Meselâ dişlerini fırçalamayı çok sevdiği ve her fırsatta mübarek dişlerini temizlediği için, ümmetine abdest alırken diş temizliğini emretmeyi düşünmüş, fakat onların bunu her zaman yapamayacağını dikkate alarak bu düşüncesinden vazgeçmiştir.[18]

Terâvih namazını, farz olabileceği, bunun da Müslümanları zora sokabileceği düşüncesiyle cemaatle kıldırmaması,[19] Yatsı namazını çok geç bir saatte kılmayı düşünüp bundan vazgeçmesi,[20] çok istediği halde her askerî birliğe katılmaması[21] ümmetini zora sokmamak içindir.

Bunlar bile Resûl-i Ekrem’in ümmetine beslediği sevgi ve şefkatin derinliğini göstermeye yeterlidir.

 

Onu sevmenin kazandırdığı

 

Peygamber sevgisi bir mü’mini cennete götürecek büyük bir sermayedir. Şu olay bunu göstermektedir:

Bir adam Resûl-i Ekrem’e gelerek, kıyametin ne zaman kopacağını öğrenmek istedi. Efendimiz ona cevap vermek yerine kıyamet için ne hazırladığını sordu. Adam, pek bir hazırlığı bulunmadığını, yalnızca Allah’ı ve Resûlünü sevdiğini söyledi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm ona:

“Öyleyse sen sevdiklerinle beraber olacaksın” buyurdu. Ashâb-ı kirâm bu müjdeye derecesiz sevindi.[22]

 

Onun yakınlarını da sevmeli

 

Peygamber sevgisi, onun Ehl-i beyt’ini yani ev halkını da sevmeyi gerektirir. Çünkü Resûl-i Ekrem bize iki önemli şey bıraktığını,

bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerîm,

diğerinin Ehl-i beyt olduğunu söyledi ve Ehl-i beyt’ine saygılı davranmamızı istedi.

Peygamberimizin Ehl-i beyt'i, onun hanımları,

ve kendisinden sonra sadaka almaları haram olan akrabasıdır.

Bunlar Hz. Ali'nin, Akîl'in, Ca‘fer'in ve Abbâs’ın ailesidir. [23]

 

Sünnetini sevmeli, saymalı

 

Peygamberi sevmek, onun yolunu ve sünnetini izlemekle ve onun gibi yaşamaya gayret etmekle mümkün olur.

Allah’ın elçisi, sünnetini yeniden diriltip yaşatmaya çalışan kimsenin kendisini sevmiş olacağını, kendisini sevenin de cennette kendisiyle birlikte olacağını söylemiştir.[24]

Peygamberimize üstün saygı beslemeyi Allah Teâlâ emretmektedir.[25]

Şu misâl bunu açıkça göstermektedir:

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz, sahâbîsi Saîd ibni Muallâ’ya seslenmişti. Saîd o sırada namaz kıldığı için Resûlullah’a hemen cevap verememiş, namazını bitirdikten sonra Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna gitmişti.

Resûl-i Ekrem ona, seslendiği zaman niçin hemen cevap vermediğini sordu. Saîd durumu anlatınca, Allah'ın Resûlü hem ona hem diğer Müslümanlara şu âyeti okudu:

“Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resûlü’ne uyunuz.”[26]

Demekki o sahâbî, namazda bile olsa, Resûlullah’ın kendisini çağırdığını duyduğu anda namazını bozmalı, ona koşmalıydı.

 

Peygambere salâtü selâm getirmeli

 

Peygamber’e saygı göstermek ona salâtü selâm getirmeyi gerekli kılar. Şu âyet bize bu görevimizi hatırlatır:

“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey mü’minler! Siz de ona salâtü selâm getirin.”[27]

Allah’ın Peygamber’e salât etmesi, ona merhamet etmesi, şan ve şerefini yüceltmesidir.

Meleklerin ona salât etmesi, “Allahım! Peygamber’ini yüce mertebelere eriştir!” diye niyazda bulunmasıdır.

Mü’minlerin ona salâtü selâm getirmesi ise, “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed” demesi veya “Allâhümme salli” duasını okumasıdır.

Peygamber Efendimiz’e bir salâtü selâm getiren kimsenin kazancı ne olur? Bunu Allah’ın Resûlü’nden dinleyelim:

“Bana salâtü selâm getirene:

Allah Teâlâ on defa rahmet eder;[28]

on günahı bağışlanır;

mânevî mertebesi on derece daha yükseltilir.”[29]

“Yanında adım anılıp da  bana salâtü selâm getirmeyen kimse, cimrinin tekidir.”[30]

 

Ashâbın ona saygısı

 

Resûl-i Ekrem’e en büyük sevgiyi ve saygıyı ashâb-ı kirâm göstermiştir.

Onlar, Allah’ın elçisini rahatsız etmemek için yanında alçak sesle konuşur;[31]

başlarının üzerinde birer kuş varmış gibi onu sükûnetle dinler;[32]

Allah’ın elçisi tıraş olurken saçının bir telini yere düşürmezlerdi.[33]

Daha sonra gelen nesiller de aynı muhabbeti ve hürmeti devam ettirdiler.

Abîde es-Selmânî (ö. 72/691) tâbiîn neslinin önde gelen fakih ve muhaddislerinden biriydi. Peygamber Efendimizin vefatından iki yıl önce Müslüman oldu, fakat onu görme bahtiyarlığına eremedi. Abîde’nin şu sözü ilk Müslümanların ona duyduğu sevgiyi pek güzel anlatır:

“Yanımda Resûlullah’ın bir tel saçının bulunması, benim için dünyanın bütün servetinden daha değerlidir.”[34]

*

 

Zehebî’nin altın sözleri

 

Çoğu hadis ve tarih ilimlerine dair 215 kitabın yazarı ünlü İslâm âlimi Zehebî (ö. 748/1348), Abîde es-Selmânî’nin Peygamber sevgisini dile getiren yukarıdaki sözlerini okuyunca, duygularını şöyle dile getirmiştir:

 

"Resûlulah'ın bir tel saçını, insanların sahip olduğu bütün altın ve gümüşlere tercih eden Abîde'nin bu sözleri, doruk noktasındaki bir muhabbetin göstergesidir.

O büyük âlim, Hz. Peygamber'in vefatının üzerinden yalnızca elli sene geçmişken böyle söylerse, onun ufûlünden yedi yüz sene sonra, onun bir tel saçını veya pabucunun kayışını, yahut kesip attığı bir tırnağını, hatta su içtiği toprak kabın bir parçasını elde edecek olsak, acaba bizim ne söylememiz gerekir!

Şayet zengin bir adam, servetinin büyük bir kısmını böyle birşeyi elde etmek için sarfetse, sen ona saçıp savuran veya akılsızca para harcayan biri gözüyle mi bakarsın?

Hayır, hayır. Resûlullah'ın mübarek elleriyle yaptığı Mescid-i Nebevî'sini ziyaret edebilmek, onun azîz şehrinde Hücre-i saâdet'inin yanıbaşında kendisine selâm verebilmek için varını yoğunu harcamaktan çekinme!

Medine'ye vardığında onun sevgili Uhud'una doya doya bak ve onu sen de sev! Çünkü Uhud dağını senin Peygamber'in aleyhisselâm da çok severdi.

Onun Ravzasına ve oturup kalktığı yerlere defalarca giderek ruhunu iyice doyurup kandırmaya gayret et! Zira Kâinâtın Efendisi olan o zâtı canından, yavrundan, sahip olduğun herşeyden, kısacası bütün insanlardan daha çok sevmedikçe mü'min olamazsın.

Cennetten yeryüzüne inen o mübarek Hacerülesved'i öp! Kâinâtın Efendisi'nin öptüğü yeri öğrenerek oraya dudağını yapıştır! Cenâb-ı Mevlâ'nın sana lutfettiği bu saâdet sebebiyle haydi gözün aydın olsun. Dünyada bundan daha büyük bir bahtiyarlık yoktur. Şayet Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in Hacerülesved'e doğru kaldırıp işaret ettiği, sonra da öptüğü bastonu bugün elegeçirmiş olsaydık, o bastonu görüp öpebilmek için bütün gayretimizi sarfetmemiz gerekirdi. Artık şunu kesin olarak biliyoruz ki, Hacerülesved'i öpmek, onun bastonunu ve pabucunu öpmekten daha değerli ve faziletlidir.

Tâbiîn âlimlerinden Sâbit el-Bünânî, Enes b. Mâlik'i görünce elini tutar ve "Bu el, Resûlullah'ın eline dokunmuş bir eldir" diye öperdi. Böyle bir saâdete nâil olamadığımıza göre; biz de, bu taş, Peygamberimiz Efendimiz'in mübarek dudaklarının temas edip öptüğü ve Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzündeki sağ eli mesâbesinde kabul ettiği muazzam bir taşdır, demeliyiz.

Şayet hacca gidememişsen, hacdan dönenlerden birini kucakla ve "Bu ağız, sevgilim aleyhisselâm'ın öptüğü taşı öpmüştür" diyerek sen de onun ağzını öp!"[35]



[1] Ahzâb 33/6

[2] Buhârî, Îmân 8; Müslim, Îmân 70; ; Nesâî, Îmân 19; İbni Mâce, Mukaddime 9; Dârimî, Rikak 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 177, 207, 275

[3] Buhârî, Îmân 9, 14, Edeb 42, İkrâh 1; Müslim, Îmân 67; Tirmizî, Îmân 10; Nesâî, Îmân 2, 3, 4; İbni Mâce, Fiten 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 103, 172, 174, 207, 230, 248, 275, 278, 288

[4] Enbiyâ 21/107.

[5] Kalem 68/4.

[6] Ahzâb 33/21

[7] Meselâ bk. Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye 18/15-19

[8] Meselâ bk. Matta 21/42-44, Yuhanna 1/19-21, 14/26, 15/26, 16/7-15

[9] Bakara 2/146, A’râf  7/156, Saf   61/6  .

[10] Ahzâb 33/40

[11] Müslim, Fezâil 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Tirmizî, Tefsîr 18; İbni Mâce, Zühd 37

[12] Dârimî, Mukaddime 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 144

[13] İsrâ 17/79. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 478; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XIV, 399; Elbânî, Sahîhu Mevâridi’z-zam’ân, II, 509-510.

[14] Tirmizî, Tefsîr 18, Menâkıb 1; İbni Mâce, Zühd 37; Dârimî, Mukaddime 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 281, 295, III, 144; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 269; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 459.

[15] Resûl-i Ekrem’in bu ve diğer özellikleri için bk. M. Yaşar Kandemir, Canım Arzular Seni, s. 152-157.

[16] Buhârî, Teyemmüm 1, Salât 56; Müslim, Mesâcid 3; Nesâî, Gusl 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 145

[17] Tevbe   9/128.

[18] Buhârî, Cum‘a 8, Savm 27; Müslim, Tahâret 42; Ebû Dâvûd, Tahâret 25; Tirmizî, Tahâret 18; Nesâî, Tahâret 12; İbni Mâce, Tahâret 7; Dârimî, Salât 166; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 80, 120, II, 245, 250.

[19] Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 81; Nesâî, Sehv 103.

[20] Buhârî, Mevâkît 24, Temennî 9; Müslim, Mesâcid 219, 225.

[21][21] Buhârî, Îmân 26, Cihâd 119; Müslim, Cihâd 103.

[22] Buhârî, Fezâilü ashâbi’n-nebî 6, Edeb 95; Müslim, Birr 161-165; Dârimî, Rikak 71; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 110, 172, 173, 178, 198, 202, 208, 228, 276, V, 166

[23] Müslim, Fezâilü's-sahâbe 36. Ehl-i beyt konusunda bilgi için bk. Kandemir, Çakan, Küçük, Riyâzü’s-sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Peygamberimizden Hayat ölçüleri, II, 509-518.

[24] Tirmizî, İlim 16; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat (İvezullah), VI, 125, IX, 169

[25] Fetih  48/9.

[26] Enfâl 8/24; Buhârî, Tefsîr 1/1, 8/2, 15/3, Fezâilü’l-Kur’ân 9; Ebû Dâvûd, Vitr 15; Nesâî, İftitâh 26.

[27] Ahzâb  33/56.

[28] Müslim, Salât 70; Ebû Dâvûd, Vitr 26; Tirmizî, Vitr 21; Nesâî, Sehv 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 168, III, 102.

[29] Nesâî, Sehv 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 102; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), III, 185; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 715.

[30] Tirmizî, Daavât, 101; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 201; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), III, 190; Elbânî, Sahîhu Mevâridi’z-zam’ân, II, 439-440.

[31] Buhârî, Şürût 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 329, 330; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XI, 221-222

[32] Buhârî, Cihâd 37; Ebû Dâvûd, Sünnet 23, 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 278; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XVI, 185; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 208

[33] Buhârî, Fezâil 75; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 133, 137.

[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 256; İbn Sa‘d, et-Tabakatü’l-kübrâ, III, 506, VI, 95; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ (Atâ), II, 427, VII, 67; Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, IV, 42. 

[35] Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, IV, 42-43 (M. Yaşar Kandemir, İki Cihan Güneşi, s. 22-25’den alındı).

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.