Sakın Büyüme Çocuk!

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda... 

Bedeni kalmamış bir hayatın darlığı içinde nefes almaya çalışıyorum…

Martılar mikrofonları takmış kanatlarına; deniz, dalgalarında satır, kıyım kıyım kıyıyor kumsalı...

Bir çehre tebessüm ederken, bir palyaçonun yüzüne çizilen yalancı dudaklar gibi başka bir çehre yüzüne boyanıyor gök kuşağındaki renkler adedince.

Yağmur yağmaya başlıyor, ip gibi. İnce bir sızı iniyor omuzlara, yüzlerdeki tüm dudaklar siliniyor bir bir.

Akıyor boyalar ve suretin aslına aşikâr oluyor gözler. Siret için için ağlıyormuş meğer... Hâlbuki bu boyalar hüznü göstermezdi, bu yüzden bu boyalarla boyanmıştık... Meğer hüzün bu boyaları tutmaz, atar imiş...

Hüzün mü? Hüznün boyası bulaşmaya görsün çehreye! Göze nakşı, ruha dokunuşu olmasın bir kere!

Aslına intisap etmez bir daha gökkuşağının belirdiği çehre...

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda...

Küçük, annesinin elinden -beşparmak hapisten- kurtulma uğraşısında. Özgür olmak istiyor, tek başına aşık atmak istiyor yollarda...

Anlıyor anne olacakları, daha bir sıkı kavrıyor çocuğunun elini, bırakmak istemiyor.

Ve bir an beş parmak hapsinden kurtuluyor çocuğun elleri; ayakları özgürlüğe(!) ilk adımını atıyor!

Ve aynı anda milyonlarca anne beliriyor yolda...

Her çocukta hedef aynı, yol aynı...

Her annede aynı acı, aynı korku yüreklerinde...

Küçükler özgürlük yarışında. Silah patladı, verildi start, indi bayrak annelerin gönlüne...

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda...

Küçük çocuğa takılan gözlerim, yağan yağmurun beni ıslattığını fark ettirmiyor...

Yüzünden yalancı dudakların boyası akan anneyi arıyorken gözlerim, aniden bir aynada görüyorum kendimi. Aynı siliklik benim de yüzümde...

Yarısı, yağan yağmura kaptırılmış kırık bir gülümseme...

Canhıraş bağırıyorum koşmaya çalışarak ardından:

"Hey! Dur, bekle! Diyeceklerim var sana!"

Nerede sesim, kelimelerim nerede! Şu boşlukta yankılanıp giden bu sessizlik de ne? Bunca yol sürüdüğüm ayaklarım, siz neredesiniz?

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda...

Hâlâ aynı yolda yürüyorum, tek adım yol almadan ve kim bilir çocuk kaçıncı adımında özgürlük denen şu yolda?

Çok şey söylemek istedim oysa ona...

Karşıma alıp mesela, genç bir adam gibi:

"Sakın ha büyüme çocuk! Sende boyanma hüzün boyasıyla!" demek istedim.

En çok da, kalbine vurgun yiyen insanları parmakla göstermek, yüzlerinden akan boyalarla doldurduğum kırmızı kalemle altlarını çizmek istedim...

"Senin de canın yanacak, büyüme!" demek istedim.

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda...

"Çocuk" diyorum, önümde duran aynanın aksine yansıyan surete, sitem ediyorum, çokça bağırıyorum kendime!

"Mükemmel dudaklar çizmek için mi kendine, büyüdün sen!"

Yürüyorum yolda ya da ayaklarımı sürüyorum tüm bu mahkûmluklarımda...

Yeni bir iz bırakamıyorum. Ayaklarım yok artık benim...

Temizleyemiyorum da hiç bir mahkûmluğumu.

Sanıyorum ki ardımdan gelen her çocuk okur akan boyalarla yazdığım çığlıkları:

"Sakın ha büyüme çocuk! Hayat dediğin ekşi bir gülümseme!"

Ve hiç bir çocuk duymadı beni, şimdi hepsi mahkûmluklarında ayaklarını sürür halde...                                                                                                                                       

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.