Kadının sosyal hayattaki yeri ile ilgili tartışmalar hep var olagelmiştir. Kadın ve erkeğin birbirinden farklı özelliklere sahip iki ayrı cins olması, birbirlerini anlamaya, anlamlandırmaya çabalamaları kimi zaman ötekileştirmeyi de beraberinde getirmiştir.
Kur’an-ı Kerim ise kadına ve erkeğe göre ayrı ayrı değil, insanların hepsine birden hitap eden bir kitaptır. “Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri kendi yörüngesi içinde yüzer .” buyurmaktadır Allah (c.c) Yasin Suresi 40.ayette. Yani kadın ve erkek birbirleriyle karşılaştırılabilecek iki nesne değil, güneş ve ay; gece ve gündüz gibi birbirini tamamlayan fakat birbirinden farklı olan iki varlıktır. Bu yüzden ikisinin sorumlulukları da kendincedir ve insan olmak bakımından da “Ey insanlar!” hitabına eşit derecede muhataptır. Fakat eskiden beri insanların kafasında var olan şablon nedeniyle kadınlar dahi kendilerini bu hitabın içinde görememişlerdir. Örneğin, Rasûlullah (s.a.s)’ın hanımı Ümmü Seleme, evinde saçlarını bir bayana taratırken Rasûlullah (s.a.s)’ın minberden “Ey insanlar” diye hitap etmeye başladığını duyunca, saçını tarayan kadına “Bırak sonra tararsın.” der. Kadın “ O erkekleri çağırıyor, kadınları çağırmıyor.” dediğinde Ümmü Seleme “Ben de insanım!” diyerek Rasûlullah’ın konuşmasını dinlemeye gider. Peygamber hanımının bu bilinçte olması gösteriyor ki İslam, kadınları aşağı görülen bir konumdan alıp yüceltmiştir.[1] Bu konuda Hz. Ömer’in düşüncesi de bu yöndedir. “İslam öncesinde bizler, kadınlara hiç değer vermezdik. Ne zaman ki İslam geldi, Allah onlardan söz ettiği zaman artık bir takım haklara sahip olduklarını anladık.” diyerek bunu ifade etmiştir.[2]
Kur’an-ı Kerim’e göre kadın, insanlığın yaratılışında ve çoğalmasında asli unsurdur. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız ona karşı gelmekten sakınanınızdır.” (Hucurat 49/13) diyerek Allah (c.c) kendi katında kadın ya da erkek olmanın bir fark oluşturmadığını ilan etmiştir. Fakat maalesef daha ziyade Müslüman ülkelerde kadına karşı muamele, ayırımcı olduğu için kadını küçük gören bu anlayış din faktörüne bağlanmıştır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa gibi büyük bir peygamber “Meryem oğlu İsa” olarak anılmış, Nisa (kadınlar) Suresi ve Meryem Suresi adıyla müstakil sureler yer almış, kadınlar üzerinden bütün insanlara örnekler verilmiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın yetişmesinde, hayat mücadelesinde ve risalet görevinin ifasında annesi, kız kardeşi, Firavunun hanımı ve daha sonra evlendiği Hz. Şuayb’ın kızının kilit isimler olduğu bildirilmiştir.[3]
Allah Teâlâ’nın Kur’an’da kadınları muhatap aldığı birçok ayet vardır. Bu ayetler dışında müminlere bazı kadınlar örnek gösterilmiştir. Bu örnekler bazen Hz. Nuh ve Hz. Lut’ un hanımları gibi yerilen kadınlardan[4], bazen de Hz. Meryem ve Firavun’un hanımı Hz. Asiye[5] gibi övgüye layık kadınlardan seçilmiştir.
Peki, Allah katında övgüye layık ve örnek gösterilebilecek bir kadın olabilmek için gereken vasıfları nereden öğreniriz? Zira biliyoruz ki İslam, toplumu eğitmeyi amaçlar ve sağlıklı bir toplumun var olabilmesi için de kadının yapıcı unsur olması gerekmektedir. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim ideal kadının vasıflarını muhtelif yerlerde anlatmıştır. Biz de buradan hareketle bahsi geçen vasıfları taşıyan ve Allah Teâlâ tarafından övülen kadınlardan biri olan “Firavun’un karısı”[6] Müzahim kızı Asiye[7]’den bahsedeceğiz.
Tarih ve tefsir kitaplarında ismi Âsiye bint Müzahim b. Ubeyd b. Reyyan b. Velid şeklinde geçmektedir. Batılı kaynaklar ise bu ismin müfessirler tarafından verildiğini Tevrat’ta geçen ve Hz.Yusuf’un eşinin adı olan Asenath’ın bozulmuş şekli olduğunu, Süryani metinlerinde de Asyat şeklinde adlandırıldığından İslami kaynaklara Süryanice’den geçtiğini ileri sürmektedirler. Firavun’un amcasının kızı olduğu rivayetinin yanında Hz. Musa’nın kabilesine mensup olup onun halası olduğu da nakledilmiştir.[8]
Hz. Asiye’nin yaşadığı dönemi ve içinde bulunduğu toplumu daha iyi tanımak için hayatına dair bir takım bilgiler vermek yerinde olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de Asiye’den, Hz. Musa’nın dünyaya geldikten sonra Firavun’un sarayına intikalinde oynadığı rol ve onun getirdiği dini kabul etmesi dolayısıyla bahsedilmektedir.[9]
Firavun kendisini her şeyin sahibi zannederek kavmini küçümsüyordu. “Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu altımdan akmakta olan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz? “ (Zuhruf 43/51) diyordu.
Anlatıldığına göre bir kâhin, Firavun’a İsrailoğullarından bir çocuğun O’nun mülkünü elinden alacağını ve İsrailoğlullarının kalabalıklaşarak Mısırlılara galip geleceğini söylemişti. Bunun üzerine Firavun erkek çocuklarını boğazlamış ve kız çocuklarını ise sağ bırakmıştı.
Bu sırada Hz. Musa dünyaya geldi. Annesi onun hayatından endişe etti ve onu ölümden kurtarmak istedi. Allah da bunun üzerine ona şöyle vahyetti “Çocuğunu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan o zaman onu suya bırak, boğulmasından korkma, üzülme, şüphesiz biz, onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız.” (Kasas 28/7). Ve o Allah’ın kalbine verdiği sabırla oğlunu suya bıraktı. Musa’nın içine konduğu sandık, Firavun’un sarayının bahçesine yanaştı ve Allah onu Firavun gibi zalimin sarayında emin bir el olan Hz. Asiye’nin ellerine teslim etti. Kur’an’da “Ey Musa! Sevilmen ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden bir sevgi verdim” (Taha 20/39) diyerek bu özelliğinden bahsedilen Hz. Musa’ya karşı, Asiye kalbinde derin bir şefkat ve merhamet duydu. Ve ona Mûsa (Suyun Çocuğu) ismini verdi.[10] Sonra da “Bu çocuk bana da sana da göz aydınlığı olsun, onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur yahut onu evlat ediniriz.” (Kasas 28/9) diyerek Firavun’u ikna etti ve öldürülmesine engel oldu. Böylece Musa, Firavun’un sarayında hem de kendi öz annesinin sütünden içerek büyüdü. Bu durum Kur’an da “Böylece O’nu annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah’ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye ona iade ettik.” (Kasas 28/13) diyerek ifade edilmektedir.
Hz. Asiye’nin tam olarak ne zaman iman ettiği konusunda farklı görüşler bulunsa da biliyoruz ki Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı ve yıllar sonra gelip peygamberlik mücadelesine başlaması, Firavun’un da inananlara karşı kıyıma girişip zorbalık yapmasına kadar Asiye imanını açıklamış değildi. O imanını açıklayınca da Firavun onu ölümle tehdit etmişti. Fakat müminde hâkim olan vasıf Allah’a sığınma ve iman oldukça kâfirler içinde bulunması ona zarar veremezdi.[11] Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş hep ebedi mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hz. Musa’nın peygamberliğine inanan ve bu uğurda işkencelere maruz kalan Asiye hakkında hadislerde de övgü dolu ifadeler yer almıştır.
Hadisi Şerif’de şöyle geçmektedir: Buhari ve Müslim’in Ebû Musa el-Eş’ari’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu; “Erkeklerden kemale ulaşanlar çoktur. Kadınlardan kemale ulaşanlar ise Firavun’un karsı Asiye, İmran kızı Meryem ve Huveylid kızı Hatice’dir.”[12]
Firavun Asiye’yi imanından vazgeçiremeyeceğini anlayınca Ebû Hureyre’den nakledildiğine göre dört kazık çaktırıp kazıklara çivileterek güneş altında bırakmış, üzerine de büyük bir taş koydurmuştur. Bunun üzerine Asiye “Ya Rabbi! Benim için cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden kurtar ve beni o zalimler topluluğundan selametle çıkar.” (Tahrim 66/11) diye dua etmiştir. Böylece ruhu cennete yükselip o taş ruhsuz cesedinin üzerinde kalakalmıştır.[13]
Hz. Asiye’nin bu imanı ve mücadelesi Kur’an’da zikredilerek âlemlere örnek olarak gösterilmiştir.
“Allah iman edenlere Firavun’un karısını örnek olarak gösterdi” (Tahrim 66/11)
Firavun’un karısının duası ve tavrı; dünya değerlerini hem de en göz alıcılarını elinin tersi ile itip Allah katındaki kalıcı değerlere yönelmesinin güzel bir örneğidir. O bir kadının arzulayabileceği her şeyi bulabildiği Firavun sarayında yaşıyordu. Fakat imanı sayesinde bütün bunları ayakları altına almıştı. Geniş ve güçlü bir devlette tek başına kalmıştı. Hâlbuki kadın toplumun baskısı karşısında daha duyarlıdır ve daha çok etkilenir. Fakat bu kadın tek başına bütün baskılara rağmen başını göğe kaldırmıştı. O, Firavun ve onun zulmüne asi olmakla Allah’a boyun eğip kulluğunu kanıtlamış bizlere örnek olmuştu.[14] Firavun’a isyankar,itaatsiz; Allah’a itaatkar.
Firavun’un karısı Asiye… Zulüm ve inkar karşısında dik duruşun sembolü… Kadın olarak narin ve naif bir yapıda olmasına rağmen, en yakını yani kocası olan Firavun’un zulmüne karşı dimdik durabilmişti. Kalabalıklar içinde yalnız olsa da o, Rabbi’ni tercih etmişti. Önüne dünyanın bütün nimetleri serilmesine rağmen o yalnızca “cennette bir ev”e talip olmuştu. Ve Rabbi katında sayısız erkekten daha üstün bir konuma çıkmıştı. Böylece Allah (c.c) bize katında makbul bir konumda olmanın yolunun Hz. Asiye gibi zulme karşı dimdik durmaktan ve imanda samimi olmaktan geçtiğini göstermiştir. Örnek bir İslam kadını, Hz Asiye ve diğer övülen kadınlar gibi olmalıdır.
Yeni yorum ekle