Sükûtun Renkleri


Ruhunuz yıldızlara kanatlanmak isterken nefsinizin onun ayaklarına prangalar geçirerek dehlizlerde sürükleyip çukurlara yuvarladığı zamanlarınız oldu mu hiç? Nisyanın ve ihanetin ağırlığı ile aynalardan kaçtığınız demlerde kimlerle hasbihâl ettiniz? “HABÎR” olanın varlığına ve bütün sıfatlarına iman edip de görünenlere ve görülenlere takılıp kaldığınızda bir hâl çaresi düşündünüz mü hiç? Nasıl çıkar bu patikalar düz yola ve ne zaman kavuşur güneşine bu gökyüzü dediniz mi hiç? “Bir daha şikâyet etmeyeceğim.” deyip de tevekkülün sakin limanına sığındıktan sonra çocuksu sebeplerle orayı terk ettiğinizde içinizde kopan fırtınaları nasıl dinginleştirdiniz? Hayatın ritmini nerede, ne zaman ve hangi varlıkta yakaladınız?

Bütün bu soruların cevaplarını bilen, bilmekle kalmayıp yaşayan bir dostunuz var mı? Kırılmayan; karşılıksız veren; huzur ve itminanın kaynağını gösteren; ruh ikliminizi kuşatan; gönlünüzü, gözünüzü, yüzünüzü arındıran ve aydınlatan; sebeplere takılıp kaldığınız takdirde hedefe ulaşmadan yolda telef olacağınızı endişeli bir korku ve kadim bir bilgelikle size haber veren bir dostunuz var mı?

Aslında hepimizin böyle bir dostu var. Onun yanına gittiğinizde zaman, bir baharın içinden geçer ve baştan ayağa sizi meftun eden kokulara bürünür; her neyse sevdiğiniz koku, nergis, yasemen, leylak, papatya… Yürüdüğünüz yollarda Ülker size rehberlik eder; yolunuz Samanyolu’nun izdüşümü olur. Hiçbir rüzgâr söndüremez gönül yağınızla tutuşturduğunuz meşalenizi. Siz yeter ki kararlı olun sırça sarayda misafir olmaya ve daha sonraki zamanlarda gelenleri ağırlamaya. Billurlaşsın bakışlarınız, sesiniz bahar fısıltısına dönüşsün. Büyük kara delikler gibi yutun kötülükleri; hiç hatırlamayın ve asla hatırlatmayın. Hevâ, beyninizin en ücra kıvrımlarından çıksın. Gönülden kopup sese bürünerek dünya zeminine düşen kelimeleri duymak için serapa kulak kesilin. Hakikat mayalansın yüreğinizde. Tanıyın ki sevesiniz. Sevin ki mütebessim bir teslimiyetle yokluktan varlığa geçebilesiniz.

Bütünün iştiyakıyla sükûnete ermek için geldiğinizi hatırlayın bu suretler diyarına. Aksiyona bağlamadığınız, kuvveden fiile geçirmediğiniz düşüncelerinizin benliğinizi nasıl öğüttüğünü; bunlardan oluşan bataklıkta ruhunuzun nasıl çırpındığını gözyaşlarınızla hatırlayın. Zaman perdesine görüntü bırakmak, dünya semasına hoş bir avaz salmak istediğinizi anlatın. Var olmanın yakıcı sorumluluğunu iliklerinize kadar hissettiğinizi ve bu yükü taşımak için güç takviyesine ihtiyacınızın olduğunu dillendirin.

Hüsnüniyet üzre sabitkadem olun. Olanı olmayandan; gerçeği hayalden ayırın. Delilik ve akıllılık sınırını fark edin. Hatırlayın ki “Hakâyık, esrâr-ı ilâhîye bezenmiş bir saraya; hevâ ve heves ise göklere çıkan toz ve dumana benzer. Toz kalkarsa göz görmez olur.” ( Sâdi Şirâzî)

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.