Ebu Talib’in hanımı Fatıma bint Esed Efendimizi çok sever, kendi çocuklarından önce onun karnını doyurur, saçlarını tarar, güzel kokular sürer, en güzel ve en temiz elbiseleri Efendimize giydirirdi.
Ümmü Eymen, Âmine’nin emanetini Abdülmuttalib’e teslim etti. Abdülmuttalib hiçbir oğluna ve torununa göstermediği şefkati Muhammed aleyhisselam’a gösterdi. Onu sevgili oğlu Abdullah’ın aziz bir hatırası olarak gördü.
Geliniz, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina yapmamak, çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmemek, kimseye iftirada bulunmamak, asla yalan söylememek ve hiçbir hayırlı işte bana muhalefet etmemek üzere biat ediniz.
Resûl-i Ekrem, devesinin üzerinde şehrin sokaklarında ilerliyor, Medineli Müslümanların her biri O’nu misafir edebilmek için dil döküyor, âdeta yalvarıyordu. Sevgili Peygamberimiz ise onların hiçbirini kırmıyor, gülümseyerek şöyle buyuruyordu: “Devenin yolunu açınız, nerede duracağı ona bildirilmiştir.”
Bir defasında Efendimiz aleyhisselâm Abdullah’a dünyada en çok ne istediğini sormuştu da Abdullah şu cevabı vermişti:
Benim dünyada en büyük hedefim Allah ve Rasûlünün sevgisini kazanmaktır. Gözümde başka bir şey yoktur.
Yola çıktığında henüz sabah olmamıştı. Elinde asası, yüreğinde umudu, yanında öz oğlu kadar çok sevdiği Zeyd b. Hârise vardı. Tâif’e gidiyordu. Ebû Talib’ten sonra Mekke’de yaşamak mümkün değildi.
Allah Rasûlü davetinin en zorlu günlerini yaşıyordu. Evinde bile rahat bırakılmıyor, evi taşlanıyor, kapısının önüne pislikler dökülüyor, mescidde ağır hakaretlere, işkencelere uğruyor, sokaklarda yürürken taşlanıyor, başına topraklar dökülüyordu.
İmam Zühri’nin de ifade ettiği gibi Hudeybiye Antlaşması, İslam’ın en büyük zaferi oldu. Zira devamlı savaş halinde olan müminler, İslam’ı yaymak, Allah’ın dinini anlatmak için önemli bir fırsat kazandı.
“Habeşistan’a gidin. Orada halkına zulmetmeyen adil bir hükümdar vardır. Orası doğruluk ülkesidir. Allah Teâlâ bir kolaylık gösterinceye kadar orada kalın.”
O, Allah’ın üzerine yemin ettiği yüce hayatın sahibi, ilahî kelamın ete kemiğe bürünmüş halidir. O’nu sevmek, O’na tâbi olmak, O’nun davasını anlayabilmek; O’nun hayatını en güzel şekilde öğrenmekle mümkündür.