Davetçi, davetçisi olduğu davanın önüne geçmemelidir. Kendisine gösterilen ilgi veya önerilen hediyelerin cazibesine kapılarak davetini sulandırmamalı, kendisine dünyevi imkânlar hazırlayan ve istediğinde yapıp bozabileceği bir oyuncak olarak görmemelidir.
Mekkelilerin heyecanlı bekleyişleri ve meraklı bakışlarının sonunda Harem-i Şerif’e ilk giren Muhammed aleyhisselam oldu. Onun gelişi tüm Kureyşlileri son derece memnun etti.
Resûl-i Ekrem’in, içini çekerek akıttığı gözyaşları sahabileri hayrete düşürdü. Ashâb-ı Kiram: “Bu ne hâl ya Rasûlallah! Neden ağlıyorsunuz?” diye sorduğunda Efendimiz şöyle buyurdu: “Bu, sevgilinin sevgilisine duyduğu özlemdir.”
“Muhammed b. Abdullah Kureyş’ten kim ile mukayese edilirse O, şeref ve asalet, akıl ve fazilet bakımından onların hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki… Geçici bir gölge, alınır verilir eğreti bir şey. Kendisi, kızınız Hatice ile evlenmeyi arzu etmektedir.”
Onlar bizim önderimiz. Onlar, Allah ve Rasûlünün razı olduğu, imanlarını amelleriyle ispatlamış, imanın hakikatine ermiş güzel insanlar… Bize İslam’ı ulaştıran, imanımıza vesile olan, bizi cennete taşımak için dünyalarından vazgeçmiş fedakârlık tabloları.
Tahıl ve kumaş ticareti yapan amcası Ebû Talib’e yardım ederek işe başlayan Peygamberimiz, Mekkelilerin düzenlediği kervanlarla pek çok seyahate katıldı.
İslam Peygamber’i hayatını kazanmak üzere henüz küçük yaşta çalışmaya başlamış, önce dağlarda çobanlık yapmış, amcası Ebû Talib’in nezaretinde ticareti öğrenmiş ve daha sonra da başarılı bir tüccar olmuştur.
Ebu Talib amca, kardeşinin hatırası, babasının emaneti olan Muhammed’in üzerine titrer, O’nu kendi çocuklarından daha çok severdi. Geceleri onunla uyur, onu yanından hiç ayırmazdı.
Âmine güçlükle nefes alıyor, sesi kesik kesik çıkıyordu. Dilinden şu sözler döküldü: “Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her büyüyen fâni olur, yok olur. Ben de öleceğim, ama daima anılacağım. Çünkü ardımda senin gibi hayırlı bir hatıra bırakıyorum.”