Hilkatin Maksadı: Marifet ve İbadet

“Malum olsun ki Hak Teâlâ iki âlemi benî Âdem için, benî Âdemi de ancak kendi marifeti için halk eylemiştir… Hilkat-i âlem ve âdemden maksad-ı aksâ ve matlab-ı a’lâ marifet-i Mevlâdır.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s. 2.)

“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürûr ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i rûhâniyedir. Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürûr ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekâvete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.” (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 20. Mektup.) 

“İnsanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makâsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdâdât-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnûatta kudret-i Rabbaniyenin mu’cizâtını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 23. Söz.)

Ey insan! Bil ki sen ubudiyet için halk edilmiş bir abdsin. Seni yaratan bu yaratılışın sırrını ve hikmetini “li ya’budûni” şeklinde haber veriyor ve buyuruyor ki: “Ben cinleri ve insanları beni tanıyıp/kulluk etmeleri dışında bir şey için yaratmadım. ” (Zariyat suresi, 56. ayet.)  Dolayısıyla senin asli vazifen marifetullahtır. Yani Allah’ı hakkıyla bilip (Muhammed suresi, 19. ayet.), gereğince takdir etmek (Zümer suresi, 67. ayet.) ve bu marifetin neticesi olarak O’na ibadetle kulluk etmektir. (Bakara suresi, 21. ayet.)

Ey nefsim! Mutlak olana nispetle mukayyetsin sen. Senden beklenen haddini ve sınırlılığını bilmendir. Sana emanet olarak verilenleri sahiplenmemendir. Fakrının farkına varman, iftikar ile Rabbine iltica etmen ve ihlas ile ubûdiyet vazifesini yerine getirmendir.

Allah’a nispetle sen de abdullahsın diğer bütün varlıklar da. Unutma ki Allah ile irtibatı kopardığında veya başka nispetler aramaya kalktığında bu yönelişin seni hayra götürmez. Hidayetin istikâmetinden dalâletin girdaplarına savrulursun. Nurun gider,  zulümâta düşersin. Kâfir ve zalim olursun. Yani hakkı ve hakikati örttüğün için karanlıklar içinde kalırsın. Eşyayı, olayları, durumları yerli yerinde değerlendiremezsin, insanlara adaletle ve hakkaniyetle davranamazsın. Hâdisâta iman nuruyla bakamazsın. Oysa senin izzetin de bu nispette şerefin de ikbalin de necatın da.

Sen O’nun karşısında bir abd-i âcizsin. Acziyetinin farkına var. Her yönden O’na muhtaçsın. Fakrını bil. Sakın bunu bir zaaf ve noksanlık olarak görme. Aldatıcı şeytanın iğvalarıyla gurura kapılıp kibirlenme. Hatırla ki ilk insandan bu yana tüm insanların medar-ı iftiharı olan peygamberler de abdullahtı ve hepsi ihtiyaçlarını Allah’a arz ederek sadece O’ndan istediler. Sadece O’na el açtılar. Yalnız O’na dayanıp güvendiler.  O’nun ikramı sayesinde birer abd-i azîz olarak bu dünyadaki yolculuklarını tamamladılar ve yine O’na döndüler. Sen de bu kutlu kafilenin izini takip edip, kulluğunun gereği olarak O’na yöneldiğinde bir abd-i azîz olabilirsin. Çünkü el-Azîz olan O’dur. İzzet ve ikram O’nun elindedir ve ancak O’nun dilemesiyle gerçekleşir. Huzur, güven ve esenlik arıyorsan Mukallibü’l-Kulûb olan ve kullarının isteklerine icabet eden el-Mücîb’ten iste. Bil ki el-Mü’min olan da es-Selam olan da O’dur. Yani güven de esenlik de O’ndan gelir. Ve unutma ki kalpler ancak Allah ile itmi’nana kavuşur. (Ra’d suresi, 28. ayet.)

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.