Gönül Hatıratı

Vakit; gecenin eteklerine serilmiş bir seccadede dinginleşiyordu.  Sessizlik; koca bir haykırış gibi arzdan semaya yükseliyor, yükseldikçe de aziz bir emaneti sahibine ulaştırmanın sevinci ile coşuyordu. 

Elindeki tespihin tanelerinde okşadığı bir duyguydu bu. Bir bende değil ki, diye düşündü. Yaratılmış her varlığın tüm zerrelerine adeta nakış gibi işlenmiş olan yüce bir sevda. Fark edersen, fark edebilirsen, dedi ve sustu. Kelimelere gerek kalmayan bir anda sadece gönlündekilerle konuştu. Bu aşkınlık yeniden diriliş gibiydi. Kulun miracıydı belki. Hüznün içinden doğuveren sevinç gibi… Yenilmişliklerin ardından gelen zafer gibi. Gecenin ardından gelen seher gibi...

Gözleri penceresinden içeri süzülen karanlığa çevrildi. Yer yer ışıldayan yıldızları fark etti. O an kâinatın da kendisi ile tek bir yürek olup aynı dilden okudukları ayetleri duyar gibi oldu.

 “Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kādirdir.” (Bakara s. 284. Ayet)

Azamet ve ihtişam titretti tüm bedenini. Mülk Rabb’imindir! dedi usulca. Bu muazzam varlık aleminde kendine dönüp baktı bir an. Bir garip korku ile irkildi. Başı önüne düşerken utanç ile gözlerini sımsıkı kapadı. Gönül hatıratının sayfaları arasında dolaştı bir miktar.  Herkesten gizlediği kayıtların sesleri geldi kulaklarına. Allah’ım! dedi yalvarırcasına. Affet beni!.. Hatam, kusurum, günahım çepeçevre etrafımda. İçimde taşıdıklarım, düşündüklerim, niyetlendiklerim, yapıp ettiklerim, her şeyim Sana aşikar. Gizlilik libası ile saklamaya çalıştıklarımla yüzleşmek. Boğazında düğümlenen duygular bir küçük iniltiye dönüştü: Bu yüzleşme azaba konu olmasa da bana yeter.

Bir günün nihayetinde, kıldığımız son vakit namaz; bu hasbihalin bu muhasebenin demi olsa gerek.  Zira her gün nefsi hesaba çekenin ömür defteri Cennet süsleri ile mühürlenir. “Cennet” dedi kendince, dudaklarına bir tebessüm oturdu. Bir an Cenneti, Rıza makamında seyreyledi.

Bu coşkunun tesiri ile döküldü dudaklarından ayetler:

 “Allah’ın elçisi ve müminler, Rabb’inden ona indirilene iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar. “O’nun elçileri arasında ayırım yapmayız” ve “İşittik, itaat ettik, bağışlamanı dileriz Rabb’imiz, gidiş sanadır” dediler.”  (Bakara s. 285. Ayet)

İnanmanın, iman etmenin mutluluğunu hissetti en derinlerinde. Rabb’ine verdiği sözde sadık kalmak varoluşunun en yüce anlamıydı. Gönül hatıratında kayıtlı en güzel cümlenin bu olduğunu düşündü. Ahde sadakatta gayret… “Çabaların en kutsisi” dedi, halince. 

O an etrafında yankılanan tek ses; hakikatin sesi idi. Rabb’ini bilince kendini biliyor, varlığının anlam ve önemini yeniden hissediyor, yeniden bir varoluş kisvesi giyerek kendinden geçmenin mutluluğunu yaşıyordu. İman etmek; gördüğü, dokunduğu, hissettiği, varlığından haberdar olduğu her şeye yeni baştan ve mutmain bir duyguyla anlam yüklemek ve tüm kâinatı kucaklarcasına büyük bir sevgi ve hayranlığa vakıf olmak demekti. 

Bir iç çekişle gülümsedi; “şükür” döküldü dudaklarından. Şükretmek umudun diğer adıydı. Şükredebiliyorsam, Rabb’ime yönelebiliyorsam, huzuruna utana sıkıla da olsa baş koyabiliyorsam, dönüş adresimi yitirmemişim demektir, o halde affedilmeye de umudum var demektir, diye düşündü. Umut; bu gece, yuvasına dönen bir kuşun kanat sesleriydi.

İman, edebi dost eylemiş. O yüzden olsa gerek; bir kez hakikate düçar oldu mu insan, emre boyun eğmeye mübtela oluyor.  Baş öne düşerken kibir ve benlik eriyip yok oluyor. Ama bir başka hayat yeniden varoluyor. Değerleriyle dik duran insan, tevazu ve teslimiyet içerisinde yepyeni bir kimliğin sahibi oluyor. Yeni hayat, bağlılık ve itaat ile dile gelince tek bir hüküm arzı titretiyor: “Sen benim Rabb’imsin ve maksudum da Sen’sin.”

Kulun naçar yönelişi Yaradan’ından cevap bulmaz mı?.. Seccade üzerinde, secde yerlerini ıslatan bir damla gözyaşı, bir elmas gibi pırıl pırıl göz kırparken, orada açılıveren bir dehliz yakalayıp kuvvetle çekiverir insanı. Ve kendi diyarına götürür: Kolaylıkların, yardımın, inayetin, affın ve rahmetin bir meltem gibi estiği bir başka makama. Hayat; belki de makamlar arasında yükselirken, Yaradanla kesbettiğimiz kurbiyetin içerisinde kaybolmaktır.

Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabb’imiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et! (Bakara s. 286. Ayet)

Hissettikleriyle yoğrulup, bu geceyi gönül hatıratına kaydederken yorgun düşmüştü. Biraz yorgun biraz mahcup iki yana düşen ellerini yine kaldırarak duaya devam eyledi… Zira; her ne olursa olsun O’na yönelmek ve yardım istemekten başka ne çaremiz vardı ki… Kayda geçen duygularından bile utanır oldu, “eksikliğimle, acziyetimle yöneldim Allah’ım sana, dedi. Sevgini hissedecek bir ana bile razıyım aslında, ummanında boğulacak bir zerre bile olabilsem yine de mutlu olurdum diye düşündü. İddiasız, olduğu gibi, saf ve samimi… Ne isem ve neyim varsa hepsi O... Onlarla geldim kapına, yüklerimle beraber. Arındır bizleri Allah’ım.  Vaadindir; Sen kimseye gücünün üstünde yük yüklemezsin.

İnsan akıbetini kendi elleriyle belirlerken sorumluluğa düşman kesilir. Hep başka bir sebep vardır dizi dizi bahaneler üretmek için. Halbuki; göz neye bakarsa el ona yönelir, ayak vücudun istikametine uygun ilerler, gönül tanıdığının adını zikreder. Aktığımız menzil neresi ise ulaştığımız yer de orası olacaktır. Allah’ım, bizleri sana gelen yollara sevkeyle!..

Ah! Bu bilinci diri tutmalıyım, dedi. Hayatta ince sınırlarım ve kendime yönelttiğim zarif dokunuşlarım olmalı ki, kayıp uzaklaşmayayım bu karardan. Ama Rabb’im, Sen tut elimi, beni bana bırakma. Acziyetim; kolayı zor, yakını uzak eyler.  Ancak Sen’in yardımın müşkülleri âsân eyler… 

 Neyi nasıl anlatsam diye düşünürken erhamürrahimîn olan Rabb’im yine yol gösterdi. Gecenin nihayetinde dilinde bir esenlik kaldı: “Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” Af ve mağfireti seven Rabb’im,  affına nail olalım diye istemenin dahi yolunu öğretiyor. 

Bir yatsı vaktiydi. Dilinde Kur’an, gönlünde haşyet, gecenin nuruna ermekti dileği. Tilavet ettiği ayetler aydınlattı yolunu. Dilden fikre oradan da zikre ulaştı. Zikir, mağfireti celbediyordu.  Seccadede zaman üstü bir gün doğdu, yeni günün ufku Cennete bakıyordu. 

Bir yatsı vaktiydi. Gufran olan Allah’a kul olmanın mutluluğu içinde sermestti. Ve artık, gönül hatıratını temize çekmiş olmanın rahatlığı içindeydi. Bu selametle Rabbi’ne kavuşmak yegane  arzusu idi. 


Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.