HASAN UYAR/ 19.08.2020
Sarı Saltuk Baba; Balkanların Osmanlılar tarafından fethedilmesinden önce bu bölgelere seyahat ederek insanlara İslâm’ı tebliğ eden mücahit bir derviştir. Sarı Saltuk gibi mutasavvıf davetçilerin tebliğ faaliyetleriyle Balkanlar, fetihten önce İslâm’ı kabul edecek hale gelmiştir.
12 Eylül ihtilalinin izlerinin devam ettiği 1982 yılında bir İmam Hatip Lisesi’nde 11. sınıf öğrencisiyken tanıştığım örnek Müslüman genç abilerden biriydi rahmetli Akif BABALI. Yakışıklılığı, zarafeti, nezaketi, güler yüzlülüğü ve sempatikliğiyle dikkatimi çekmişti. Sonraki yıllarda gerek öğrenci evi ziyaretlerinde, gerek kamp yolculuklarında, gerekse sohbet meclislerinde Akif Abi ile muhabbetimiz ve hukukumuz bir hayli gelişti.
1984 yılının yaz tatilinde Fatih’te bulunan öğrenci evimizde yaz Kur’an kurslarında görev yapacak olan İmam Hatipli öğrenci kardeşlerimizle istişare etmek üzere toplandık. Bu toplantıda Akif Abi de vardı. Konuşma sırası Akif Abiye geldiğinde gayet yumuşak ve nezaket yüklü bir tonlamayla;
“Arkadaşlar! Kur’an bilen bir komünist yetiştirmektense, Kur’an bilmeyen bir Müslüman yetiştirin. Çocuklara öncelikle İslam’ı , Kur’an’ı ve Peygamberini sevdirin. Onlar ilerde ihtiyaç duyduklarında Kur’an okumayı öğreneceklerdir” dedi.
Akif Abinin bu çarpıcı öğüdü bütün arkadaşlarımın dikkatini çekmişti. Bu öğüt, gerek kurs çalışmalarımızda gerekse gençlik faaliyetlerimizde şiarımız olmuştu artık.
1 Mayıs 1984 yılında gerçekleşen olaylarda ölen gençlerden biri, Bakırköy İmam Hatip Lisesi’nden terk bir delikanlıydı. Bu haberi okuyunca, bir müddet bile olsa İmam Hatip Lisesinde okuyan bir gencin 1 Mayıs eylemlerinde ne işi olabilirdi, diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Acaba Akif Abinin bizlere verdiği bu öğüt ile kardeşimize yaklaşılıp elinden tutulsaydı yine de 1 Mayıs etkinliklerine katılır mıydı?
Hamdolsun ki, biz o gün Akif abinin vermek istediği mesajı çok iyi anlamıştık. Zira sonraki yıllarda arkadaşlarımız ile birlikte gerek eğitim faaliyetlerinde, gerek din hizmetlerinde, gerekse diğer çalışmalarda Akif Abinin işaret ettiği hassasiyete riâyet ederek birçok genç gönlün İslam’a ısındırılmasına vesile olmuştuk.
1990 yılında bir kamp ziyareti yolculuğu esnasında Akif Abi bana dijital bir notebook hediye ederek, “Bunu al, arkadaşlarının bilgilerini kaydedersin. Bu, onlarla irtibatını hayat boyu devam ettirmene vesile olur. Beni de hatırlarsın” dedi. Ben teşekkür ederek hediyesini aldım, fakat daha sonra maalesef kaybettim. Ancak ne o günü, ne de o öğüdünü asla unutmadım. Arkadaşlarımla irtibatımı koparmamaya daima özen gösterdim.
Akif Abinin o günkü öğütlerinden bir diğeri de; “Kamp ziyaretlerine yalnız gitme. Mutlaka yanında bir iki arkadaş bulunsun. Bu şekilde dostluklar pekişir, ekip olunur” idi. O, bu şekilde ekip çalışmasının önemine dikkat çekmek istemişti.
Akif Abi bize sadece öğüt vermez; bazen de kitap almak ve irşad faaliyetlerinde kullanmak üzere cebimize harçlık koyardı. Ayrıca seyahate, ziyaretleşmeye önem verirdi. Zaman zaman düşünürdüm, bu adam işine, ailesine nasıl zaman ayırıyor, diye. Sonradan fark ettim ki; Akif abi bu özelliğini ömrünü adadığı İslamî çalışmalardan almıştı. Yıldız’daki çalışmalardan, örnek aldığı hocaları ve abilerinden, okuduğu kitaplardan, katıldığı sohbet ve ders ortamlarından ...
Akif Abi şehir dışına her çıktığında mutlaka yol üzerinde bulunan evimize uğrar, çayımızı içip sohbette bulunurdu. Ardından güzergah üzerindeki bir çok arkadaşımıza da uğrayarak yolculuğuna devam ederdi.
Bazen istişare toplantılarımız Müslümanların yaşadığı zorluklar ve çalışmalarda görülen zafiyetler sebebiyle gergin geçerdi. Akif Abi bu ortamdan çok müteessir olur, hüzünlenir fakat sakin ve mülayim duruşunu muhafaza ederek ortamın yumuşaması için gayret ederdi.
Akif Abi tebliğ ve davet çalışmalarının marjinalleşmesine çok üzülürdü. Bu durumun İslamî hareketin geleceği açısından büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekerdi. Aile bağlarımızın kopmamasına, dostluklarımızın yara almamasına, toplumla ilişkilerimizin zedelenmemesine ehemmiyet göstermemizi isterdi. Akif Abi, bu hassasiyetlere hayatı boyunca önem verdiği için toplumun her kesimi ile ilişkisi vardı. O, ticaret, bürokrasi, akademi ve kültür ortamlarındaki bu ilişkilerini tebliğ ve irşad faaliyetleri için değerlendirirdi.
Akif abi sabırlıydı. Şikayet etmezdi. Hayatının son dönemlerinde şikayet ettiği tek konu, arkadaşlarımızın İslamî çalışmalardaki üslûp ve usûl hatalarıydı. Başına gelen her türlü zorluk ve sıkıntıya karşı sabır ve tevekkül gösterdi.
Akif Abi insanlara ve bilhassa gençlere hizmet etmekten büyük keyif alırdı. Vefatından bir süre önce camiamızın düzenlediği bir piknikte karşılaşmıştık. Son derece halsiz ve bitkin görünmesine karşın mütevazi ve mütebessim bir tavırla bizlere su ikram etmeye çalışıyordu. Biz her ne kadar mahcub bir şekilde kendisini engelleyemeye çalışsak da o, bu durumdan şikayetçi olmadığını dile getiriyor ve yardım tekliflerimizi geri çeviriyordu. Nihayet, zor da olsa onu dinlenmeye ikna edebilmiş ve ellerinde bulunan suları alabilmiştik.
Akif Abiyle tanıştığım ilk günden vefatına kadar onu hep vatan ve ümmet derdiyle dertlenen davetçi bir mümin olarak gördüm. Rabbim onun ve tüm ahiret yurduna göç eden kardeşlerimizin hatalarını örtsün, günahlarını bağışlasın. Hayatta olanlara hayırlı bereketli ömürler ihsan etsin.
Bize düşen görev, Akif Abinin ve dostlarının emanetlerine sahip çıkmak, hak davalarını sürdürmek, onları yeni nesillere tanıtmaktır. Balkanlar’ın İslamlaşmasına zemin hazırlayan Sarı Saltuk’ları unutmadığımız gibi AKİF BABALI ağabeyi ve arkadaşlarını da unutmayacak, ruhlarını şad edecek ameller ve eylemlerle bu mübarek mücadeleyi sürdüreceğiz.
Yeni yorum ekle