Davet Yolunda
Burçlar sahibi olan göğe, o vaat olunan güne, Şahitlik edene ve edilene yemin olsun. İçi yanan ateşlerle dolu o hendekleri kazanlara lanet olsun. Çünkü onlar, ateşin çevresine oturmuş, müminlere yaptıkları işkenceyi seyrediyorlardı. Onların müminlere kin tutmalarının tek sebebi, müminlerin her şeye galip, övülmeye layık, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’a iman etmeleridir. Allah her şeye şahittir.
“Mümin erkek ve kadınlara, dinlerinden dönmeleri için işkence yapıp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır. Onlar için çok yakıcı bir azab vardır.”
Suheyb (-i Rûmî) radıyallâhü anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha:
- Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem, dedi.
Padişah da ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında oturdu ve konuşmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz ona ‘niçin geç kaldın?’ diye kızar ve döverdi. Delikanlı bu durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:
- Sihirbazdan korktuğunda, ‘evdekiler alıkoydular’ de; ailenden çekindiğinde de ‘sihirbaz alıkoydu’ de.
Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve kendi kendine ‘Sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim.’ diyerek bir taş aldı ve ‘Ey Allah’ım, rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler.’ dedi ve taşı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sonra delikanlı rahibe gelip olayı anlattı. Rahip ona:
- Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir belâya uğratılacaksın. Böyle bir şey olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme! dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedavi ederdi. Padişahın o sıralarda kör olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:
- Eğer beni tedavi edersen, bütün bunlar senin olacak, dedi.
Delikanlı:
- Ben kendiliğimden kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir. Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben ona dua ederim, o da (dilerse) sana şifa verir, dedi.
Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona şifa verdi. Adam eskiden olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.
Padişah:
- Senin gözünü kim iyi etti? diye sordu. O da:
- Rabbim, dedi.
Bu defa Padişah:
- Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.
Adam:
- Benim de senin de Rabbi Allah Teâlâ’dır, dedi.
Bunun üzerine sinirlenen padişah, adamı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonuçta adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah ona:
- Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi? diye sordu.
Delikanlı:
- Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dandır, dedi.
Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede rahip getirildi ve kendisine ‘dininden dön!’ denildi. Rahip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine padişah, bir testere getirtip başının tam ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra Padişahın adamı getirildi ona da ‘dininden dön!’ denildi. Ancak o da kabul etmedi. Padişah onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve ‘dininden dön (yoksa öleceksin)’ diye tehdit edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı adamlarından bir gruba teslim etti ve onlara şu talimatı verdi:
- Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse aşağıya yuvarlayın gitsin.
Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.
Delikanlı:
‘Allah’ım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece kurtar!’ diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve onlar aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah ona:
- Yanındakiler ne oldu? dedi.
Delikanlı da:
- Allah beni onların elinden kurtardı, dedi.
Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve:
- Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse denize atın gitsin, dedi.
Delikanlıyı alıp götürdüler. O:
‘Allah’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!’ diye dua etti.
Gemi içindekilerle beraber ala-bora oldu, hepsi boğuldu. Delikanlı sağ-salim padişahın yanına döndü.
Padişah onu görünce:
- Yanındakiler ne oldu? diye sordu.
Delikanlı da:
- Allah beni onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti:
- Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
Padişah:
- Neymiş onlar? dedi.
Delikanlı:
- Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla. Oktanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da ‘Delikanlının Rabbinin adıyla’ de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin, dedi.
Padişah halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sadağından bir ok aldı, yayına yerleştirdi. ‘Delikanlının Rabbi olan Allah adıyla’ deyip oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta öldü.
Bunun üzerine halk:
- Biz, delikanlının Rabbine iman ettik, dediler.
Daha sonra durumu padişaha ileterek:
- Gördün mü çekindiğin şey nihayet başına geldi; halk iman etti, dediler.
Bunun üzerine padişah, sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle doldurulmuştu.
Padişah:
- Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zorla ateşe atın (yahut onları ateşe girmeye zorlayın), dedi.
Emri yerine getirdiler. En sonunda kucağında çocuğu ile bir kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. Çocuk:
- Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!, de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di.
Efendimiz aleyhisselam gerek Mekke devrinin en çetin ve ıstırap dolu günlerinde, gerekse Medine’de, müminlerin moralini yüksek tutmaya çalışmış, çağlar boyu Hakka iman eden ve Hakkın hâkimiyeti için çaba gösteren müminlerin başından geçenleri anlatarak ashâbını sabırla direnmeye davet etmiştir.
Sihirbaz olmak için devrinin en ünlü sihirbazına giden ve bir süre sonra onun yerini alarak önemli bir mevkiye erişecek olan çocuğun rahibi dinleyerek Allah’a iman etmesi ne kadar önemlidir. Bütün çekiciliğine rağmen çocuğa teklif edilenler, rahibin anlattıklarının yanında oldukça sönük kalmıştır. Öyle ki çocuk, rahibin yanına gittiği için dayak yemekte ancak yine de rahibi terk etmemektedir. İnsanları hayrete düşüren sihir ve büyü hareketleri İslâm’ın güzelliğini perdeleyememiş, güneş balçıkla sıvanamamıştır.
Sihirbaz olmaya giden genci etkileyen rahip ne güzel bir davetçidir. Rahip, gence hiçbir dünyevi menfaat göstermeyişine rağmen Allah’ı ve dinini en güzel bir şekilde anlatmıştır. Bazen sadece bir kez karşımıza çıkacak kimselerle karşılaşırız, o fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeli ve dinimizi en sade ve en iyi bir şekilde muhatabımıza anlatmalıyız. Bu şekilde bir insanın hidayetine vesile olabilir, yer ile gök arasındaki her şeye sahip olmaktan daha karlı bir duruma gelebiliriz.
Padişahın yakını olan kimse şifa bulmak amacıyla gencin yanına gediğinde, gencin gösterdiği tavır tüm İslâm davetçileri için önemli bir örnektir. Her şeyden evvel bir davetçi mesajını ön planda tutmalı, başarısının Allah Cellenin bir ikramı olduğunu unutmamalıdır. Davetçi, davetçisi olduğu davanın önüne geçmemelidir. Kendisine gösterilen ilgi veya önerilen hediyelerin cazibesine kapılarak davetini sulandırmamalı, kendisine dünyevi imkânlar hazırlayan ve istediğinde yapıp bozabileceği bir oyuncak olarak görmemelidir.
Rahip ve padişahın adamının işkenceler altında can vermesi, testereyle vücutlarının ikiye bölünmesi, demir taraklarla etlerinin kemiklerinden ayrılması zalimlerin zulümde sınır tanımadığını, türlü işkence metotları geliştirerek Hakkı yok etmeye ne kadar azimli olduklarını gösterir. Ancak tüm bu işkenceler, iman etmiş, kalbi Allah sevgisiyle dolmuş kimseler için hiçbir şey ifade etmez. İman öyle bir şeydir ki ona sahip olan kimse gözünü kırpmaksızın testerenin önüne atılır, kızgın ateşin önündeki adam yanmaktan, etiyle kemiğinin ayrılmasından korkmaz, iman insana sınırsız bir güven ve özgürlük verir.
Dağın tepesinden aşağı atılıp da ölmeyen, denizin ortasında bırakılıp da boğulmayan ve üstelik kendisini öldürmeye kasteden kimselerin helakini gören mucize gence değil, onu muhafaza eden Allah cellenin kuvvet ve kudretine bakmalıyız. Tüm yeryüzü toplansa ve bize zarar vermeye çalışsa yine de bizi korumaya gücü yeten Mevla’nın önünde secde etmeliyiz.
Gencin şehit olmasına gelince, şehadet başlı başına bir zafer, bir bereket ve diriliştir. Belki bir genç ölür ama onun ölümüne Rabbim bereket verir de binlerce insan dirilir. Bu kıssadaki gencin şehadeti mübarek bir fetih olmuş, onun sayesinde koca bir şehir Hakka iman etmiştir. Padişahın kuvveti, yaptığı işkenceler ve ölüm, gencin imanına teslim olmuştur. Küçücük bir bebek dahi dile gelmiş gencin davasına yanarak destek vermiştir.
Şakağından vurulan genç, ateşe atılan kadın ve diğerleri bir filmin aktörleri değil, bugüne kadar gelmiş ve kıyamete kadar gidecek olan bir mücadelenin şanlı neferleridir. Onların başına gelenler bizim başımıza geldiğinde, onlar gibi dik duramadığımız takdirde cennete girebilmemiz mümkün değildir.
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlar zorluk ve musibetle öylesine sarsılmışlardı ki, Peygamber ve O’na iman eden arkadaşları: Allah’ın yardımı ne zaman gelecek diye feryat ettiler. Dikkat ediniz! Elbette Allah’ın yardımı yakındır.”
Allah yolunda hiçbir sıkıntıya göğüs germeyenler, uykusundan dahi fedakârlık etmeyenler, bu gencin bu hikâyede anlatılan diğer kahramanların, hele ki Rabbim Allah’tır dediği için on üç yıl boyunca işkenceye uğrayan Efendimizin ve arkadaşlarının mücadelesini, uyumalarını kolaylaştıran bir masal gibi görmekten artık vazgeçmelidir.