Davetçinin Bir Günü

 

Gidin Bu Şehirden

Evs kabilesinin seyyidi, Abdüeşheloğullarının genç lideri burnundan soluyordu. Bir yanda iç savaş diğer yanda Yahudilerin fitnesi derken şehirde huzur kalmamıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de Mekke’den gelen yabancı çıkmıştı. Adam kapı kapı dolaşıp İslam’ı anlatıyor, insanları atalarının dininden uzaklaştırıyordu. Başta gençler olmak üzere pek çok kişi Müslüman olmuştu. Sa’d b. Muâz artık bu duruma müdahale etmesi gerektiğini düşündü. Mekkeli davetçiyi ya şehirden kovmalı ya da öldürmeliydi. Aslında bunu çoktan yapardı. O kadar cesur ve heybetliydi ki kimseler karşısına çıkamazdı. Fakat bu Mus’ab, Esad b. Zürâre’nin evinde, onun himayesinde yaşıyordu. Esad ise Sa’d’ın akrabasıydı. Bu sebeple Mus’ab’a dokunamıyor, akrabalık bağlarını koparmak istemiyordu. Ama Mus’ab’ın duracağı yoktu. İslam her geçen gün yayılıyor, yeni din şehirde gittikçe güçleniyordu. Artık dayanamadı. Yakın dostu Üseyd b. Hudayr ile konuştu. Ondan Esad ve Mekkeli yabancıyla konuşmasını, onları şehirden kovmasını istedi. Üseyd de ondan farklı düşünmüyor, Mus’ab’ı ve dinini bu şehirde istemiyordu. Mızrağını aldı ve öfkeyle yola çıktı. 

Esad b. Zürâre ve Mus’ab b. Umeyr Zaferoğulları sülalesinin bahçesinde, bir kuyunun başında insanları toplamış Kur'ân okuyor, İslam’ı anlatıyorlardı. Aniden Üseyd b. Hudayr’ı görünce insanları derin bir endişe aldı. Yesrib’in güçlü kuvvetli lideri Mus’ab’a hakaretler etmeye, tehditler yağdırmaya başlamıştı.

“Sizin derdiniz nedir? Aklı ermez cahil kimseleri yoldan çıkarıyor, onları atalarının dinlerinden uzaklaştırıyorsunuz. Yaşamak istiyorsanız defolup gidin buradan! ”

 

Önce Bir Dinleyin

İslam’ın genç ve güzel davetçisi en küçük bir korku, endişe ya da öfke duymadı. Zaten korkuyu yıllar önce öldürmüştü. Yüzünde tebessüm, dilinde ancak davasına yakışan güzel sözler vardı.

“Gelin dinleyin, eğer hoşunuza giderse ne güzel; yok, beğenmezseniz o zaman engel olursunuz.”

Bu söze ne söylenirdi? Üseyd’in öfkesi yatıştı, oturdu, dinlemeye başladı. Mus’ab’ın hikmetli ve güzel sözleri yüreğini, gönlünü fethetti. Buraya çok önyargılı gelmiş, kavgayı hatta cinayeti göze almıştı. Dinledikten sonra yine beğenmem ve kovarım bunları diye düşünmüştü belki de.  Ama bu adamın ağzından çıkan sözlere itiraz etmek, onu inkâr etmek mümkün değildi.

Bu dine girmek için ne yapmam gerekiyor, diye sordu. Sonra hiç düşünmedi ve Müslüman oldu. Mus’ab’ın yüreğinde, nurlu yüzünde güller açtı. Bir kişinin hidayetine vesile olmak dünyalara bedeldi. Fakat Üseyd’in bir derdi daha vardı. Sa’d b. Muâz onu buraya Mus’ab’ı kovmak üzere göndermişti.

Ne Güzel Bir Gün

-Arkamda bir adam var. Bir yolunu bulup onu buraya göndereceğim. Bana anlattıklarını ona da anlat. Şayet o Müslüman olursa kabilesinden bir kişi bile ona muhalefet etmez.

Üseyd geri döndüğünde yüzünde imanın nuru parlıyor, Sa’d b. Muâz ise neler olduğunu çok merak ediyordu. Üseyd şehre gelen yabancı ile konuştuğunu, yaptıklarında bir sıkıntı görmediğini söyledi. Sonra Hârise oğullarının Esad’ı öldürmek için harekete geçtiğini haber verdi. Sa’d çok öfkelendi, Üseyd hiçbir şey yapmamıştı. Mızrağını aldı ve hışımla yola çıktı. Esad ve Mus’ab’ın yanına geldiğinde Esad’ın hayatıyla ilgili bir tehdit de göremedi. Önce Esad b. Zürâre’ye yöneldi:

“Ey Ebû Ümâme, şayet akrabam olmasaydın bu adamı benden kurtaramazdın.” dedikten sonra tıpkı Üseyd gibi hakaretlerde bulunup, tehditler savurmaya başladı.

Allah celle’nin yüreğine serinlik verdiği, gönlünü huzur ve sükûnetle doldurduğu İslam davetçisi aynı sözleri Sa’d’a da söyledi:

“Gelin bir kez dinleyin. Beğenirseniz ne güzel; yok, eğer beğenmezseniz o zaman engel olursunuz.”

Sa’d bu nazik davete itiraz etmedi. Mızrağını yere saplayıp dinlemeye başladı. Mus'ab, Zuhrûf suresinin ilk ayetlerini okumaya başladı.[1] O okudukça Sa’d’ın rengi değişiyor, yüreği titriyordu. O kaba ve haşin adam çoktan gitmiş yerine iman nurunun aydınlattığı, Müslüman olmaya hazır bir adam gelmişti. Ne olmuştu? Zuhrûf suresi ve sureyi yüreğinden okuyan davetçi, Evs liderinin kalbini fethetmişti.

Bunlar ne güzel sözler, daha önce böyle güzel sözleri hiç duymadım. Bu dine girmek için ne yapmalıyım, dedi ve sonra Müslüman oldu. Onun imanı İslam için büyük bir fetih, Müslümanlar için bayramdı. Müslüman olduğu gün Abdüeşheloğullarını topladı ve onlara şöyle seslendi:

-Ey insanlar beni nasıl bilirsiniz?

İnsanlar hep bir ağızdan cevap verdiler:

-Sen bizim liderimiz ve en üstümüzsün.

-Öyleyse siz Allah ve Rasûlüne iman edinceye kadar sizinle konuşmak bana haram olsun.

Sa’d b. Muâz böyle söyledi ve o gün akşama kadar kabilesinden Müslüman olmayan bir kimse bile kalmadı.[2]

Arşı Titreten Adam

O Medine’nin Ömer’iydi. Hendek Savaşı’nda aldığı yaradan dolayı otuz yedi yaşında şehit olmuştu.[3] Sevgili Efendimiz onu cennetle müjdelemiş, şehadetiyle arş-ı a’la titremiş, cenazesine yetmiş bin melek katılmış ve mübarek şehidi cennete yolculamıştı.[4]

Hz. Âişe onu şu güzel sözleriyle anlatırdı:

Medineli Müslümanlar arasında üç kimse vardır ki hiç kimse onlardan daha faziletli değildir. Onlar: Sa’d b. Muâz, Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b. Bişr’dir.[5]

Bu isimler ve daha niceleri Allah’ın salih ve sadık kulu, İslam’ın yüce davetçisi ve ilk öğretmeni Mus’ab b. Umeyr’in vesilesiyle Müslüman oldular. Bir kişinin imanına vesile olana dünyalar vadeden Rabbimiz Mus’ab’a kim bilir ne mükâfatlar, ne dereceler bahşedecekti. Allah yolunda eza ve cefalar görüp sabreden, yerini yurdunu terk edip hicret eden, Allah için yaşayan ve Ona davet eden mübarek davetçiye ve kıyamete kadar Onun yolundan giden tüm samimi davetçilere selam olsun.

 

 



[1]Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, VI, 41;  Semira ez-Zâyed, Muhtasarü’l-Câmi’ fî’s-Sîrati’n-Nebeviyye, I, 245

[2] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 78-80; İbn Esîr, Üsdü’l-ğâbe, II, 461; Zehebî, A’lâmu’n-Nübelâ, I, 280.

[3] Sa’d b. Muâz radıyallahu anh 590 yılında Medine’de doğmuş, 627 yılında şehit olmuştur. Bkz: Mehmet Efendioğlu, “Sa’d b. Muâz”, DİA, XXXV, 374.

[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 234; İbn Mâce, “Mukaddime” 11; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-ğâbe, II, 464.

[5] Hâkim, el-Müstedrek, III, 255 burada Abduleşhel kaydı bulunmaktadır; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 548.

 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.