Esselâm ey Ahmed-i Muhtâr olan son Nebî
Esselâm ey menbağ-ı esrâr olan son Nebî
Esselâm ey gül yüzü Yûsuf’u hayran eden
Esselâm ey her ismi ezkâr olan son Nebî
Küfrün dudaklarında bir kanlı yılandı “La!..”
Nefsi bir serkeş attır fuhşiyâta müptelâ
O kararmış kalplere yağmakta binbir belâ
Biz Elest Meclisi’nde çok şükür “Belâ” dedik
Onlar “La” deyip durdu, bizse hep “illâ” dedik
Duymaz sağır kulaklar Hayya’lel felâhını
Sana karşı doğrultur en korkunç silahını
Ve koşar karatmaya gayz ile sabahını
O koşsun, aydınlığın nûru mahvetsin onu
Ebedî hüsran olur şirkin ve küfrün sonu
İzinden gitmeyenler İblis’e yâr olurmuş
Yurdu harab u türap ve tarumâr olurmuş
Gayyâ çukurlarında her yanı nâr olurmuş
O ateş bir şey değil hasretinin yanında
Yokluğunun mâtemi inliyor figânında...
Bir zulüm ki âlemi virâne kılmaktadır
Ve âlem kahreyleyen figâne dalmaktadır
Gülizârı haraptır, gülşeni solmaktadır
Gel, gülşene cân katan bülbüller misâli gel
Gel ey güzelliklerin tümünden daha güzel.
Savrulur zulmün oku, saplanıp kalbi deler
Bürümüşken ufkunu kapkaranlık gölgeler
Cân yurdunu târumâr ederken zelzeleler
Şükür ki âlemlerin nûru Mustafa doğdu
Biçâreler gönlüne ebedî safâ doğdu
Ne mutlu eteğinden tutunmuş bîçâreye
Melhem O’dur onulmaz sanılan her yâreye
Müjdelerle ses verir gönlü binbir pâreye
Müjdeler ki: İnanmış gözler ol şahı görür
Önce binbir tecelli, sonra Allah’ı görür.
Her yanda bâd-ı sabâ aşkına yelpazedir
Asırlar geçse dahi sevgisi taptazedir
Unutulmaz ne Hayber, ne Uhud, ne de Bedir
Hem savaş, hem rahmetin Peygamberi Sensin, ey
Âlemin cânı Nebî, bu sevda en büyük şey...
Cana can katmak için Tevhid gelir en önce
Gayrısı yokluk, serap, gayrısı ölüm bence
Uğrunda razıyım ben tatmaya bin işkence
Şu Habeşli kölenin feryadı dahi cihad
Zulmeti paramparça dağıtır bir tek “Ahad!”
Hasretinin yolunda sebil ettim şu cânı
Bin cihana değişmem sohbetinde bir ânı
Seni anlatmıyorsa neyleyeyim lisânı
Seni sevmeyen gönlün taş yürekten farkı ne?
Sani anmayan dilin engerekten farkı ne?
Cümle zerrât-ı cihan nûruna pervânedir
Misli yok, ziyasının cevheri bir tanedir
Gelişi Rahim’dendir, gidişi Rahmânedir
Her lahza görmek ister şu cânım cemâlini
Mümkün mü bir Na’t ile vasfeylemek hâlini...
Ey meydan-ı gazada merhametin menbağı
Ey Hicret yollarının erişilmez çerağı
Ey Nübüvvet nûrunun cevheri, öz kaynağı
Yollarına serpilen güllerdir, gönüllerdir
Şu sönmeyen ışıklar yaktığın kandillerdir
Sultanu’l-enbiyâ’sın nübüvvet tâcı Sende
Gönüller dermanısın, derdin ilâcı Sende
Ebedîlik yolunun soylu mirâcı Sende
Koşmaktayım izinden Mecnun gibi yâreli
Yüreğim avcumdadır, derdi binbir pâreli...
Hem Haşimî, Kureşî, dahi Arabî Sen’sin
Nebîler ardındadır en önde tabiî Sen’sin
Nübüvvet gülşeninde misilsiz Nebî Sen’sin
Sensin elbet dindiren her efgânı, her âhı
Sensin Ceza Günü’nde cânın istinatgâhı
Nûrunla aydınlanır bildim ki arş u zemin
En kanlı düşmanların dilinde ismin “Emîn”
“Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-âlemîn”
Ayetinde buyrulan sevginin mazhârı Sen
Sensin gönül yurdunun solmayan gülzârı Sen!.
Ne çıkar yollar uzun ve menzilin ıraksa
Mesafeler konuşmaz küheylanın Burak’sa
Bin şükürle murada erdi Mescid-i Aksa
Bu gelen erişilmez Mirâc’ın sahibidir
Hatemu’l-Enbiya’dır ve tâcın sahibidir...
Boyun büküp gönlünün kulağına dayarsan
Gökyüzünde söylenen bir ilahî duyarsan
Her biri ashabıdır, yıdızları sayarsan
Ashabı yıldızlara benzeyen güzelliktir
Bir olgun meyve misli canlılık, tazeliktir.
Seyrana çıkmaktadır çölünde ceylanların
Ödü Sensin meydan-ı gazada arslanların
Şehâdet isteğiyle coşmuş küheylanların...
Aşkınla taşlar dahi yakuta döndü birden
Dönerdin her seferde müjdelerle zaferden...
Dünyamı kuşatmakta hasretin yedi rengi
Bulunmaz, bilmekteyim alemde O’nun dengi
O’na muhtaç bilirim şi’rimdeki ahengi
Bir lokmayı kuşlarla bölüştüm O’na geldim...
İslâm’ın izzetiyle buluştum, O’na geldim.
Tevhîd’e eklemiştir ismini Levh u Kalem
Tâğut’a engelim Sen, ağyâra Sen’sin kalem
Sensin Hamd Sacağı’nın burcunda yüksek alem
Sevgin çorak gönlüme rahmetler misli yağsın
Sen Ahmed i Mahmud u Muhammed Mustafa’sın.
Hele çıksın karşına küfr ile, tekfir ile
Zulmü zelîl edersin gelse bin tedbir ile
Meydan-ı gazâların ses verir tekbîr ile
Melekler bir ağızdan der ki: “Allahuekber!..”
Yerle bir etmektedir şirki, “Allahuekber!..”
Yak artık rûhumuzda sevdânın çerağını
Gel artık bin sevinçle doldurup Nûr Dağı’nı
Parçala ellerinle her zalâmın ağını
Ruhumdaki dermanı veren can soluğum Sen
Ebedî ölmem artık eksilmez ise gölgen...
Bir kıyas kabul etmez, belki de gelmez dile
Hüsnünün karşısında Yûsuf’un hüsnü bile
Ruhusun aydınlığın ta ezelden ezele
Nûrundur aydınlığın rûhuna can soluğu
Öğrenir Sen’den âlem, Allah’ına kulluğu...
O sonsuz denizlerin sevdası kalbindedir
Ey Nebî, kızgın çölün vahası gölgendedir
Bir katresi bin ummân ab-ı hayât sendedir
Mecnunlar koşar gelir, Leylâlar koşar gelir
Yâsîr’ler, Sümeyye’ler, Hamza’lar coşar gelir.
Dermanı bulunmazdı rûhumdaki yârenin
Menbağı olmasaydın doğacak her çârenin
N’olurdu hali acep elinden bîçârenin
Mübarek ellerinle tutmasaydın ey Nebî
Şefkatli kervanına katmasaydın ey Nebi?
Can yeşili bir kubbe üstünde ak güvercin
Tâif’den döner gelir, dilinde Sure-i Cin
Ebediyyen muzaffer Dîn-i İslâm-ı Mübîn
Sebil etmiş uğruna öz cânını ehl-i dîl
Kâfirler üflese de sönmeyecek bu kandil...
Esselâm ey Rahmet-i Rahmân olan son Nebî
Esselâm ey dertlere dermân olan son Nebî
Esselâm ey kulları bin şâha bedel Resûl
Esselâm ey her sözü fermân olan son Nebî..