Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, hâlbuki bekleşmedelerdi.
…
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Mehmet Akif Ersoy
Kutlu Nebi’nin dünyayı teşriflerinin üzerinden asırlar geçti. Eriyip giden zamandan bize paha biçilemeyecek kadar değerli iki miras kaldı: Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye. Bu ikisine sarılanlar, hep kurtuluşa erdi, terk edenler ise hüsrana… Daimi mutluluk ve huzuru, Kur’anî bir hayat ve ihya edilen sünnetlerde bulanlar kazandı, geçici heveslerin peşinden gidenler ise yanıldı… Çünkü bu yolda alınan her nefes rahmettir… Her zerresi aşk; her zorluğu, esirgenip bağışlanmaya vesiledir…
Bugün dünya, yaşadığı olaylar ile gözyaşı dökerken, Rasûlullah aleyhisselâm’ın sünnetine sarılmaya, O’nu (s.a.s) anlamaya, getirdiği ilkeleri yaşamaya ne denli ihtiyaç içerisinde olduğunu da idrak etmektedir. İnsanlık yaşadığı üzüntülerden kurtulmanın; acı olaylardan, savaşlardan, ağlayan çocuk seslerinden sonra gülebilmenin; rahat ve huzurla nefes alabilmenin bekleşmesindedir.
Bunun için gerekli olan bilgi Kur’an-ı Kerim’de ve âlemlere rahmet olan Nebi’nin (s.a.s) sünnetinde kayıtlıdır. İnsanlığın yeniden dirilişi, bu esasların hayata aksettirilmesi ve ihya edilmesi ile mümkündür. Aldığımız her bir nefesten sahip olduğumuz tüm nimetlere kadar her şeyimizi, Allah Teâlâ’nın “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” buyurduğu Efendimize (s.a.s) borçluyuz. Bu gerçeği hatırlamalı ve borcumuzun edasını sünnetlerin ihyası ile yerine getirmeliyiz.
O Zat-ı Zişan’a borçluyuz; çünkü O’nun hayatı, bizleri uyarmaya, doğru ile yanlışın ayrımını göstermeye adanmıştı.
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe 28) Allah Teâlâ, rahmetinin bir tezahürü olarak kullarına, bu dünyadan sonsuzluğa uzanan yolculukta mutluluk ve hüzün vasıtalarını tanısınlar ve tercihlerini esenlik ve huzurdan yana yapsınlar diye peygamberler göndermiştir. Efendimiz (s.a.s) de bu kaidelerin tam ve kâmil uygulamalarını bizatihi yaşayarak bizlere göstermiştir. Lakin hepimiz nefislerimizdeki arzu ve istekleri yerine getirme hususunda büyük bir yarışın içerisine girdik. Artık bundan vazgeçip, hayata yeni bir başlangıç yapmanın hazzını yakalamalıyız. Yeni bir gayretle yola koyulmalı; adımızı meleklerin “müjdelenecekler” listesine kaydettirmeliyiz.
Rasûl-i Ekrem’e borçluyuz; çünkü O, tüm insanlığa amelî kaideleri kendi yaşayışı ile öğretmek üzere görevlendirilmiştir.
“Ve sen kuşkusuz pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem 4) Efendimiz (s.a.s) karakter meleke ve maneviyat açısından kâmil bir ahlak üzere bulunuyordu. O (s.a.s), Kur’an-ı Kerim’de yer alan bütün ahlaki özelliklerin hepsine sahip olduğu için O’nun ahlakı “Kur’an” idi. Allah Rasûlü’nün bu yönü Hz. Aişe’ye (r.anha) sorulduğunda “Kur’an okumuyor musunuz? Hz. Peygamber’in ahlâkı Kur’an idi” cevabı alınmıştır. Bu O’na (s.a.s) Allah’ın bir lütfu olarak bahşedilmişti. “Andolsun, Rasûlullah’ta sizin için güzel bir örnek vardır.”(Ahzab 21) Hayatını bu ölçüye göre düzenleyenlerin şanı ne yücedir…
Peygamber Efendimize borçluyuz; çünkü O, ümmetine Raûf ve Rahîm idi.
“Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” (Tevbe 128) Efendimiz (s.a.s) herkese alçakgönüllülükle, şefkatle, merhametle yaklaşmıştır. En sıkıntılı anlarında dahi, Taif ve Uhud’da olduğu gibi, insanların helakı için dua etmemiştir. Müşriklerin tüm eziyet ve işkencelerine -nesillerinden iman edeceklerin çıkma ihtimalini düşünüp- sabırla göğüs germiştir. “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır.” (Ahzab 6) Peygamber Efendimiz (s.a.s) müminlerin ahirette uğrayabilecekleri azap bir tarafa dünyevi sıkıntılarına dahi üzülmüştür. Madem bize bu denli düşkün bir peygamberin ümmetiyiz o halde O’nu kendimize, nefsimizden önce sevgili kılmalıyız.
Ve En Sevgiliyi hürmetle hatırlamalıyız. Zira O’na muhabbet borçluyuz.
“Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.” (Ahzap 56) Allah Teâlâ, Rasûlünün adını yüceltmiş ve O’na rahmetini indirerek ikramda bulunmuştur. Melekler de her daim bu zikre ortak olmuştur. Yerde ve gökte tespih edilen salâvatlara müminler de katılmalı, hürmetini göstermelidir. Zira “Müminler ancak, Allah’a ve Rasûlü’ne gönülden inanmış kimselerdir.” (Nur 62) Gönülden inanmak teslim olmayı, tüm benliği ile sevmeyi, itirazsız, şüphesiz kabul edip tasdik etmeyi gerektirir. Bütün bu duygular dilimize dökülüveren salâvatlar ile Rasûlümüze ulaşacak, iman ve sevgimiz ifadesini bulmuş olacaktır.
Hatemü’n Nebi’ye borçluyuz. Zira O (s.a.s), Kur’an-ı Kerim’i bize tebliğ eden idi.
“Kuşkusuz Kur’an, şerefli bir peygamberin (Allah’tan) getirdiği sözdür.” (Hakka 40) Hayatımıza yön verecek olan tüm esaslar, gönlümüze mutmain olma hissini verecek olan tüm hakikatler, Rabbimizin bize sevgisi ve merhametinin en güzel delillerinden biri olan Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir. Bizler onu okumalı, Rabbimizin bizlere sunduğu bu ilahi ikrama doyasıya kanmalıyız. Kanmalıyız ki; hayatımız, Kur’an’ın renklerine bürünsün. Ve bizler bu tesirle görelim, düşünelim, hissedelim ve yaşayalım… Onu terk etmek insanın kendi saadet ve huzurunu eli ile reddetmesidir. “Peygamber dedi ki: “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terkedilmiş bıraktılar.” (Furkan 30) Bu halimiz Rasûlullah’a ne denli ağır gelir ki, durumumuzu Yaradan’a sunar. Allah Rasûlü’nün bu sitemi içinde bulunmak ne acı… Unutmayalım ki; Kur’an’ı terk etmek, hayat eksenimizi onun dışına çıkarmak, bizi Rabbimiz katında günahkârlardan kaydettirecek, huzursuzluk, sıkıntı ve mutsuzluktan başka bir fayda sağlamayacaktır.
Nurlar saçan kandilin ışığı ile aydınlandık. Zulmetten nura geçişi O’na borçluyuz.
“Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve hem de izniyle Allah’a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik). Müminlere müjdele! Onlara Allah’tan bir mükâfat vardır… Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların ezalarını bırak (aldırma) da Allah’a tevekkül et. Allah vekil olarak hepsine yeter.” (Ahzab 45-48) Allah Rasûlü neyi yasakladı ise kaçınmak, neyi emretti ise almak boynumuzun borcudur. O (s.a.s), Allah’tan aldığı emirleri bizlere ulaştırmakla görevli olan, hakikat ışıklarını tüm kâinata saçan, insanları aydınlatan, uyaran, sevgi ve merhametle yol gösteren, hürmete pek layık bir peygamberdir. Hayatını bu görev ekseninde geçirmiş kutlu bir rehberdir. Bu yoldan sapmamak, izinden ayrılmamak O’na vefa borcumuzdur. Zorluklara sabırla katlanmak ve sebat etmek bizi Hakk’ın ve Habibi’nin sevgisine mazhar kılacaktır. Allah’a güvenerek yola çıkmalı ve gayreti asla elden bırakmamalıyız. Zira Allah, hepimize vekil olarak yeter.
Siyer-i Nebi Dergisi 26. Sayı / Mart – Nisan
Yeni yorum ekle