Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, peygamberlerin önüne engel çıkaran zalim ve despotların nasıl bir akıbetle başbaşa kaldıklarını ve nasıl helak olduklarını bizlere uzun uzadıya anlatır.
Hz. Peygamber Efendimiz, Ümmü Seleme'nin ve Ümmü Habibe’nin çocuklarını kendi çocukları gibi sever ve öylece himaye ederdi. Bu çocuklarla şakalaşır, kendilerini sever ve onlara babalarını aratmazdı. Bir keresinde Ümmü Seleme’nin kızı küçük Zeyneb’in yüzüne şaka ile biraz su serpmiş ve onu neşelendirmişti. Zeyneb, yaşlandığı zaman bile yüzünde gençliğin tazeliğini korur, bilenler de bunu yüzüne serpilen suya bağlarlardı.
Teberrük, bir şeyi bereket ve saâdet vesilesi sayarak almak, vermek ve kullanmak mânâsına gelir. Uğur ve bereket saymak, İlâhî hayra hissedar olmak anlamına da gelir. Hz. Peygamber Efendimiz hayatta iken ve vefat ettikten sonra sahâbe-i kirâm, ona ait olan her şeyi teberrüken kullanmış ve saygı göstermiştir.
Hz. Peygamber, kızı Fâtıma'yı yanına çağırdı; o da yürüyerek babasının yanına gitti. Yürüyüşü, babasının yürüyüşüne çok benzerdi. Hz. Peygamber, kızını yanına oturttu ve onunla özel olarak bir şeyler konuştu. Bu konuşmadan sonra Fâtıma ağladı.
Hz. Peygamber, Abdullah’a istihbârât görevi gibi önemli bir görevi verirken, kimsenin onu önemsemeyeceğini ve izlemeyeceğini düşünmüştü. Hz. Âişe’nin ifadesiyle cesur, akıllı ve becerikli bir genç olan Abdullah, üç gün boyunca her akşam evlerinde hazırlanan yiyeceği alıp mağaraya götürür ve Mekke’de olup bitenleri Hz. Peygamber’e ve babasına aktarırdı.
Sevgili Peygamber Efendimiz, Medîne’de, Hicretin on birinci yılının Rebîülevvel ayının on ikisinde (08 Haziran 632) Pazartesi günü öğleye doğru vefat etti. Sahâbe-i kirâm efendilerimiz, önce bu vefat olayını kabul edemediler. Hz. Ebû Bekir (r.a.) gelip bu gerçeği ilan ettikten sonra herkes O’nun vefat ettiğini kabul etti.