Peygamberimizin Hikmetli Tebliği

 

Hz. Muhammed’i (s.a.s) risaletle görevlendiren Yüce Rabbimiz, onun görev ve sorumluluk çerçevesini de belirledi. O, kendisine gelen vahyî gerçekliği tüm insanlara tebliğ etmek ve vahyin tecessüm etmiş bir canlı modeli olmakla görevli idi. Allah’tan gelen ilâhî hükümlerin hiçbirini gizlemeden, eksiltmeden ve hiç bir ila­vede bulunmadan aynen insanlara bildirmek demek olan tebliğ ve en güzel örneklik…

“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab 33/45-46)

İnsanları doğrudan Allah’a çağırmanın en güzel ve hikmetli yöntemi de Kur’ân’la beyan buyuruldu:

 “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (Nahl 16/125) 

Kur’ân, bu güzel yöntemi yalnız Rasûlullah’a değil, ‘Ben müslümanlardanım.’ diyen herkese yükledi:

“İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Ben müslümanlardanım. “ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”(Fussilet 41/33)

Hz. Peygamber (s.a.s) İnsanları Kur’ân’la İslâm’a Davet Etti  

“En yakın akrabalarını uyar!” (Şuara 26/214) âyeti gelince kalkıp Safa tepesine çıkan Rasûlullah (s.a.s):

-“Yâ Sabâhâh!” diye nida ederek en yakın akrabalarını doğrudan Allah’a, Allah’ın birliği (tevhid) ilkesine çağırdı ve onlara Kur’ân âyetlerini okudu…

Peygamberimizin (s.a.s) apaçık çağrısından rahatsız olan Ebû Leheb ve Ebû Cehil başta olmak üzere Kureyş’in egemenleri, O’nunla (s.a.s) konuşmaya karar verdiler ve bu hassas görevi de, ancak Utbe b. Rebia’nın becerebileceğini düşünerek ona tevdi ettiler. Rasûlullah (s.a.s), Utbe’nin şeytanca tekliflerini dinledikten sonra, ona sadece Allah’ın Kitab’ı ile cevap verdi; Fussilet sûresini ona okumaya başladı:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Ha, Mim.

Bu kitab merhamet eden ve merhametli olan Allah’ın katından indirilmiştir.

Bu, bilen bir toplum için, Arapça bir Kur’an olarak, âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.

Müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.

Dediler ki: ‘Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Seninle bizim aramızda anlaşmamıza engel bir de perde vardır. Sen istediğini yap, çünkü biz de yapıyoruz.’

De ki: ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!’

Onlar, zekâtı vermezler, ahireti de inkâr ederler.

Şüphesiz ki, iman edip, salih amel işleyenler için de bitmez tükenmez bir mükafat vardır.

De ki: ‘Siz yeri iki günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de O’na eşler koşuyorsunuz ha? O bütün âlemlerin Rabbidir.’

O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: ‘İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.’ dedi. Her ikisi de: ‘İsteyerek geldik.’ dediler.

Böylece onları iki günde yedi gök olarak var etti. Her göğe kendi işini bildirdi. Dünya göğünü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu üstün ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” (Fussilet 41/1-12)

Rasûlullah (s.a.s) Fussilet Suresi’nin birinci ayetinden on üçüncü ayetine kadar okudu…

“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Âd ve Semud’a isabet eden yıldırım gibi bir yıldırımdan sizi uyarırım.”(Fussilet 41/13) âyetini de okuyunca, Utbe, Rasûlullah’ın (s.a.s) ağzını eliyle kapattı. Hz. Muhammed’in (s.a.s) asla yalan söylemediğini çok iyi bildiği için, başlarına böyle bir azabın gelmesinden korkarak, O’na sıla-i rahimle yemin verdirmek suretiyle devam etmemesini istedi.

Görüldüğü gibi Rasûlullah (s.a.s) Kur’ân’ın talimatı ile harekete geçmiş, en yakınlarından başlayarak herkesi tevhid inancına davet etmiş, onları dünya ve ahiret azabı ile korkutmuştur. Bunları yaparken de doğrudan Kur’ân âyetlerini okumuştur. Ve bizlere davetin Kur’ân’la nasıl yapılacağını öğretmiştir.

Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), Mekke reisi Ebû Süfyan’ı ve karısı Hind’i de Fussilet Suresi ile İslam’a davet etmişti. Keza, Rahman Sûresi nazil olunca, Abdullah b. Mes’ûd (r.a), Peygamberimizin izni ile Kâbe’de toplanmış bulunan Kureyş ileri gelenlerine Rahman Sûresi’ni yüksek sesle okumuştu:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Kur’ân’ı o çok esirgeyici Allah öğretti. İnsanı o yarattı. Ona ko­nuşmayı öğretti…” (Rahman 55/1-4)

Kureyşliler hiddetlenerek Abdullah’ın üzerine yürümüşler ve onu şiddetle tartaklamışlardı…

Rasûlullah (s.a.s) Kabile Reislerini Kur’ân’la İslâm’a Davet Etti

Peygamberimiz (s.a.s), beraberinde Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz. Ali (r.a) olduğu halde, Minâ’da çeşitli kabile reisleriyle görüşmüş ve onlara doğrudan Kur’ân âyetlerini okumuştu. Zira en güzel, en hikmetli ve en etkili tebliğ yöntemi bu idi; vahyi hakikati, ona hiçbir ilavede bulunmadan insanlara aktarmak… 

Allah Rasûlü (s), Beni Şeybân b. Salebe kabilesinin reisi Mefrûk’a doğrudan şu âyetleri okumuştu:

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, zira sizin de onların da rızkını Biz veririz. Çirkin-hayasızlıkların açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, ancak en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’âm 6/151-153)

Mefruk: ‘Ey Kureyşli kardeş, sen başka neye davet ediyorsun? Vallahi bu, dünyalıların kelâmı değildir. Zira böyle bir şey olsaydı, biz bunları bilirdik.” dedi. Rasûlullah (s.a.s) bu kez şu âyeti okudu:

“Şüphesiz Allâh, adâleti, ihsânı, akrabâya vermeyi emreder; hayasızlıktan (fahşâ), kötülükten (münker) ve azgınlıktan (bağy) men eder. Tutasınız diye size böyle öğüt verir.” (Nahl 16/90)

Mefrûk şöyle devam etti: ‘Ey Kureyşli kardeş! Vallahi siz en güzel ahlâki vasıflara ve iyi amellere davet ettiniz. Sizi yalanlayan millet çok aptal ve akılsızdır; size iftira ve zulmetmiştir.’

Elbette Rasûlullah (s.a.s); “insanlara iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan, temiz şeyleri helâl, iğrenç şeyleri haram kılan, onların sırtlarındaki ağır yükleri indirip zincirleri kıran bir peygamber” (A’râf 7/157) idi. O’nun davetçi vasfını tanımlayan bu âyetler, başta zikredilen Ahzab sûresinin 45-46. âyetleri ve En’am sûresinin 19. âyeti, tebliğ ve şahitlik görevlerinin çerçevesini de açıkça ortaya koyuyordu:

“De ki: ‘Hakikatin en güvenilir şahidi kimdir? De ki: ‘Allah benim ile sizin aranızda şahittir; ve bu Kur’an bana vahyedildi ki ona dayanarak sizi ve onun ulaşabileceği herkesi uyarabileyim.’ Siz, Allah’tan başka ilahların olduğuna gerçekten şahitlik yapabilir misiniz? De ki: ‘Ben (böyle) bir şahitlik yapmam!’ De ki: ‘O, tek Allah’tır; ve bakın, sizin yaptığınız gibi, Allah’tan başka şeylere ilahlık yakıştırmak benden uzak olsun!’” (Enam 6/19)

Böylece Rasûlullah (s.a.s), bir şahit ve bir davetçi olarak görevini yerine getiriyor ve davet faaliyetlerinin merkezine Kur’ân’ı yerleştiriyordu. O, muhataplarını doğrudan Kur’ân’a çağırıyor, onlara doğrudan Kur’ân âyetlerini okuyor ve zihinleri, gönülleri Allah’ın sözlerine açmaya çalışıyordu…

Zira Peygamberimiz, Kur’ân’ın ifadesi ile “Dâiyen ilallah: Allah’a davet eden” (Ahzab 33/46) bir elçi idi.

Kendisinden nasihat isteyenlere de Kur’ân-ı Kerim’den seçtiği âyetleri okuyordu.

Bir gün Sa’sa’a bin Naciye ed-Darimi (r.a) Rasûlullah’a (s.a.s) gelir ve kendisine nasihat etmesini ister. Peygamberimiz de (s.a.s) ona şu âyetleri (Zilzal 99/7-8) okur:

“Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.”

Bunun üzerine Sa’sa’a (r.a): “Bana yeter! Bana yeter!” der ve gider.

İmdi, bugünün davetçileri de, insanları doğrudan Allah’a yani Kur’ân’a çağırmakla, tebliğin en güzelini, en hikmetlisini ve en etkilisini yapmış olacaklarının bilinci içinde olmalı ve her konuda “en güzel örnek” olan kutlu Peygamberimizin izinden yürümelidirler.

 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.