Ne Milletsin!

Üniversiteyi Sakarya’da okudum. İlk derste tanışırken hocamız: “Ne milletsin?” diye sordu. Hayretle, “Nasıl yani? Türküm.” dedim. Hoca da şaşkınlığıma gülerek “Burada göçmen çoktur. İnsanlar birbirine nerelisin demez, ne milletsin der.” diye açıkladı.

Yıllar içerisinde öğrendim ki Manav, Muhacir, Boşnak, Arnavut, Laz, Yörük, Çerkez, Abaza türlü türlü millet Sakarya’nın nüfusunu oluşturmakta ve “Ne milletsin?” sorusu birisini tanırken gayet yerinde bir soru olmakta.

Barış Pınarı Harekatı’nın, Suriye’nin toprak bütünlüğünün, terör seviciliğinin, mülteci nefretinin gündemde olduğu şu günlerde aklıma bu soru geldi: “Ne milletsin?”

Peygamberimizin (sav) ayağının altına aldığı ırkçılık, bizim de kapımızdan içeri giremez. Herhangi bir milletin diğerinden üstün olduğu ya da diğerinden alçak olduğu gibi bir düşüncemiz söz konusu dahi olamaz.

Aynı şekilde kimliğimizi gizlememiz, hafife almamız, önemsemememiz gibi bir durum da söz konusu olamaz. 

Ama maalesef yıllarca hata yaptık. Dengeyi kuramadık. Mutedil bir “biz” oluşturamadık.  Bu yüzden de mazluma ses olmak isterken bile ayrıştık.

Bir grup, ırkçılığa karşı olduğunu göstermek adına Doğu Türkistan’daki soydaşlarımızın gördüğü zulmü gündemine almadı. Diğer bir grup da, kendi milletinin derdini öncelemek adına “Araplar zamanında şöyle şöyle yapmasaydı” diyerek Filistin’deki dindaşlarımızın gördüğü zulmü gündemine almadı. Sonuç; Urumçi milliyetçilerin, Kudüs İslamcıların oldu çıktı.

Halbuki biz ümmet olarak, eğer bir zulüm varsa, başka bir milletin Gayr-ı Müslim’ine de ses olmakla yükümlüyüz. Bunu da dinimizin beslediği merhametimiz ve milletimizden miras kahramanlık içgüdümüzle yapmalıyız. Olay bu!

Din ile millet birbirini ekarte eden şeyler değildir. Müslüman bir Türk olmak, Türk bir Müslüman olmakla aynıdır. Birinin diğerinden önce anılması, bir önem ya da önemsizlik göstergesi olamaz. Bakın “Coğrafya kaderdir.” diyoruz. Bu coğrafyada doğduğum için Türküm ve Müslümanım.  İkisi de kaderim. Ve kader ile övünülmez, kadere şükredilir. Bugün Suriye’ye barış götürmeye giden askerler sâlâlar okunarak ve al bayrak sallanarak uğurlanıyorsa; şükürler olsun kaderimize ki ırk ayrımı yapmadan zulme karşı duran bir milletten ve canlı cansız her varlığa merhameti emreden bir dindeniz.

Gelelim şimdi millete, Türk’e, “Ne milletsin?”e.

Nasıl ki zulüm tek milletse; Avrupalı, Amerikalı, uzak doğulu, yakın doğulu fark etmiyorsa, zalim zalimse; bu coğrafyada yüzyıllardır bedel ödeyerek, hizmet ederek, ömrünü vererek, hatıralar bırakarak yaşayan Türk, Kürt, Laz, Boşnak, Arnavut, Çerkez ve dahası da tek millettir.

Türklük etnik bir kökenin değil, bir kaderin adıdır.

Mazlumun kaderinde de güzel günler için bizi beklemek varsa, “Ne milletsin?” sorusunun cevabı şudur: “Hakikaten ne milletiz be!”

 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.