Add new comment

Babana Üzülme Yavrum!

İslâmiyet’i yaymak için Peygamber Efendimizin ne sıkıntılar çektiğini, merhametsiz müşriklerin eziyetlerine nasıl göğüs gerdiğini iyi biliriz. Ancak O’nun aşağılandığını, tahammül edilmez hakaretlere uğradığını gören yavrularının ve sevdiklerinin nasıl üzüldüklerini ve bu üzüntülerini nasıl ortaya koyduklarını pek bilmeyiz.

Geçenlerde bu olaylardan ikisini yeniden okuyunca yüreğim ağzıma geldi. Efendimizin sevgili kızları nâmına çok duygulandım, ağladım. Bu olayları size de anlatayım da, Rasûlullah sevgisiyle parıldayan güzel gözleriniz, onun sevgi ve hasretiyle nemlenerek biraz daha nurlansın istedim.

Zeyneb’in Gözyaşları

Rasûl-i Ekrem Efendimizin İslâmiyet’i tebliğe çalıştığı, nerede bir kalabalık görse, “Belki beni anlayacak, getirdiğim hakikati kabul edecek birini bulurum, hidâyetine vesile olurum.” diye çırpındığı o ilk yıllardaydı. Böyle bir topluluğu Mina’da yakalamıştı. O zamanlar henüz çocuk olan, fakat daha sonra hem kendisi hem de babası İslâm ile şereflenen Hâris ibni Hâris el-Gâmidî bu olayı şöyle anlatıyor:

Birçok adamın bir yere toplandığını gördüm. Babama onların kim olduğunu sordum. 

“Kendi aralarından çıkıp yeni bir din getirdiğini söyleyen bir adamın başına birikmiş birileri.” dedi.

Bir de baktım ki Rasûlullah aleyhisselâm. Başına toplananları Allah’ın birliğini kabul etmeye ve ona inanmaya davet ediyor; o herifler de dediğini kabul etmek şöyle dursun,  kendisine insafsızca eziyet ediyorlardı.

Bir başka râvi o manzarayı biraz daha teferruatlı anlatarak diyor ki: Hz. Peygamber, “Ey insanlar Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul edin de kurtulun.”, dedikçe onların kimi yüzüne tükürüyor, kimi üzerine toprak atıyor, kimi de sövüp sayıyordu.

Hâris ibni Hâris el-Gâmidî sözlerine devamla diyor ki: 

Öğleye kadar bu hâl devam etti. Nihayet Hz. Peygamber’in etrafını alan kalabalık çekilip gitti. Bu sırada elinde bir kap su ve bir mendil bulunan bir kız çıkageldi. Babasının hâline bakıp ağlıyordu. Hz. Peygamber kızın elindeki suyu aldı içti; sonra kalanıyla abdest aldı. Ağlamakta olan ve üzüntüsü sebebiyle göğsünün açıldığını bile fark etmeyen kızını teselli etmek için başını kaldırıp dedi ki:

“Yavrucuğum! Göğsünü kapat! Babanı mağlûb edecekler, aşağılayacaklar diye de üzülme!”

Ben yanımdakilere:

“Bu kız kim?” diye sordum.

“Kızı Zeyneb” dediler.

Sohbetimize başlarken arz ettiğim gibi, Efendimizin bu en büyük ciğerparesi Zeyneb, gördüğü, fakat güç yetirip de engel olamadığı bu olay üzerine, kim bilir ne çok üzüldü; iki gözü iki çeşme nasıl ağladı! Cemiyette o kadar büyük itibarı olan, herkesin el-Emîn diye andığı babasına yapılan bu haksızlıklara nasıl isyan etmek istedi! Ona sövüp sayanlara, başından toprak saçanlara ve o tükürüğü kuruyası zalimlere nasıl öfkelendi!

Efendimizin bu yavrusunun çektiği ıstıraplar, babasına yapılanlara yanıp yakılmaktan ibaret değildir. Maalesef çok sonraları, Mekke’den Medine’ye hicret ederken, buna engel olmak isteyen müşriklerden birinin saldırısına uğradı ve deveden düşerek belini kırdı. O sıralarda hâmile olduğu için yavrusunu düşürdüğü gibi, bu olayın tesiriyle bir müddet sonra aziz ruhu Mevlâ’sına uçup gitti.

Döl Yatağı

Nebiy-yi Muhterem’in kâfirlerden gördüğü çok ağır bir başka hakaret de, Efendimizin diğer bir gül goncası Fâtımatü’z-Zehrâ’yı hıçkırıklara boğmuştu. Bir gün yine Mekke’de, bu defa Kâbe’de Efendimiz namaz kılmaktaydı. Her zaman olduğu gibi küfrün başı Ebû Cehil, Peygamber Efendimize hakaret etmek, O’nunla eğlenmek ve avanesinin moralini yükseltmek için yeni bir eğlence düşündü. Her fenalığı yapmaya hazır olan adamlarına:

“Falan yerde yeni bir deve kesmişler; döl yatağını da bir kenara atmışlar. Biriniz gidip onu getirse, şu yatıp kalkarak sözde ibadet eden adamın üzerine koysa, bize de biraz eğlence çıksa.” dedi.

Bu alçaklığı yapmaya pek hevesli olan Ukbe ibni Ebî Muayt adlı kefere fırlayıp gitti ve kokmaya başlamış olan kanlı döl yatağını, içindeki pislikle birlikte alıp getirdi. Rasûlullah’ın secdeye varmasını bekledi. Secdeye varır varmaz omuzlarının üzerine koydu.

Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz üstüne konan bu pislik sebebiyle başını secdeden kaldırmıyor, belki de kaldıramıyordu. Bu manzarayı pek eğlenceli bulan Ebû Cehil ve yandaşları, bu işi becereni takdir ederek birbirinin üzerine devrile devrile, katıla katıla gülüyorlardı.

İşte bu sırada olayı haber almış olan Hz. Fâtıma çıkageldi. Hicret yılında 12 yaşında bulunduğuna göre, bu olay sırasında daha küçük olması lâzım gelen bu Peygamber Gülü, babasını o durumda görünce, âdeta köpürdü. Leşi tuttuğu gibi bu çirkin işi yapan herife doğru fırlattı. Hâlâ gülüp duran utanmaz adamlara pek fena çıkıştı. Ağzına gelenleri söyledi. Hz. Fâtıma’nın öfkesi ve söylediği isabetli hakaretler onları sus pus etti.

Fahr-i Kâinât Efendimiz yavaşça secdeden doğruldu. Ellerini açarak:

“Rabbim! Şu Kureyşlileri sana havale ederim.” diye duaya başladı.

Biraz önce katıla katıla gülenler, bu sözleri duyunca iyice sus pus oldular. Çünkü orada yapılan duaların kabul olacağına Cahiliye devrinde bile inanırlardı.

Sonra Nebiy-yi Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem duasına devamla, orada bulunan 7 kişinin isimlerini birer birer saydı. Bu heriflerin çoğu Bedir Gazvesi’nde cehennemi boyladılar ve ayaklarından tutulup Kalîb-i Bedir denen derin bir çukura atıldılar. Hatta birinin leşi o kadar dağılmıştı ki, tutup da sürükleyecek bir tarafını bulamadılar. Hz. Peygamber’e yapılan bu son derece çirkin olayın elebaşısı Ukbe ibni Ebî Muayt adlı dinsiz, Bedir’de bulundu; fakat o zaman hakkından gelinemedi. Daha sonraları yakalandı ve elleri bağlanarak boynu uçuruldu. Cehennemin yolunu tutmadan önce Peygamber Efendimize:

“Bütün Kureyş içinde öldürecek yalnız beni mi buldun?” diye sorduğunda, Rasûlullah Efendimiz:

“Evet” buyurdu. Sonra da yaptığı başka edepsizlikleri söyledi. Öğrendiğimize göre bu cehennem zebânisi, bir başka seferinde, Rasûl-i Kibriyâ namaz kılarken elbisesini onun mübarek boynuna dolayarak boğmaya çalıştı. O civarda bulunan Hz. Ebû Bekir bu herifin yaptığını duyunca öyle bir süratle koşup geldi ki, -olayı anlatanın söylediğine göre- başındaki saçlar ikiye değil, dörde ayrıldı ve bu edepsizin elinden Efendimizi kurtardı.

Biz Neredeyiz?

Kâinâtın Efendisi’nin, O’nun yakın arkadaşlarının ve aile fertlerinin, din uğrunda çektiği ıstıraplar saymakla bitecek gibi değildir. Kâfirlerin yaptığı hakaretlere göğüs germek, onların gösterdiği binlerce yiğitliğin sadece bir parçasıdır. İslâmiyet’i yaşamak ve yaşatmak, Müslümanların sayısını çoğaltmak, Allah sesini daha ötelere götürmek için canlarıyla, mallarıyla ve sevdikleri her şeyle kendilerini ortaya koymuşlardır. Bu uğurda değil sadece hakarete uğramayı, ellerinde olan her şeyi feda etmeyi, hatta şehâdet şerbetini içmeyi en büyük şeref bilmişlerdir.

Aziz okuyucular! Bu satırları yazan kardeşiniz de dâhil olmak üzere, İslâmiyet’i öğretme ve yayma hizmetinin neresinde bulunduğumuzu acaba iyice düşündük mü? Kendimizi, oğlumuzu, kızımızı, karımızı bu nevi yiğitliklere hazırladık mı? Zira İslam’la küfür arasındaki mücadele hiçbir zaman bitmemiştir, bitmeyecektir. O gün şirkin başka bir nev’i vardı; bugün farklı bir çeşidi var. Bugünkü yerli, yabancı İslâm düşmanlarının Müslümanlara nasıl diş bilediğini hepimiz biliyoruz. Müslüman ana babadan doğduğu hâlde, kendisine din kültürü verilmediği veya hidâyetten nasibi olmadığı için dini yok etmeye ve dindarları bir kaşık suda boğmaya can atanları görüp duruyoruz. İnancı yüzünden aşağılanan, hakaretlere ve hatta işkencelere uğrayanları bizzat görmesek bile haberini okuyoruz.

Demek ki dünya durduğu sürece bu mücadele devam edip gidecektir. Peygamber Efendimiz bize sadece ibadet hayatında, ahlâkî davranışlar sergilemekte örnek değildir. Yeryüzünü İslâm güneşiyle aydınlatmaya, bütün gönüllere Allah’ın yüce dininin sıcaklığını hissettirmeye çalışırken, kötülere ve kötülüklere karşı mücadele vermekte de örnektir. Hem şu korkak nefislerimize, hem de yavrularımıza onun bu cephesini benimsetelim. 

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.