Hz. Peygamber (sas) ümmi idi. Okuma yazması yoktu. Zaten içinde bulunduğu toplum da okuma yazma oranı çok düşük olan bireylerden oluşmuştu. İslâm’ın geldiği zamanda Mekke’de yazı bilenlerin sayısı 15 ile 20 arasında değişkenlik arz ediyordu.
İlk vahiy Hz. Peygamber (sas)’e böyle bir ortamda geldi. Yani okuma ve yazması olmayan bir kişi olarak. Zaten bu durum ilk vahyin geldiği esnada Melek ile Hz. Peygamber (sas) arasında geçen diyalogda görülür. Meleğin “Oku!” hitabına karşın Allah Resûlü “Ben okuma bilmem.” karşılığını vermiştir.
İlk gelen Alak sûresinde (1-5. âyetleri) “Okuma-Yazma ve Bilgi” ifadeleri yer almaktadır; “1. Yaratan Rabbinin adıyla oku! 2. O, insanı bir embriyodan yarattı. 3. Oku! Rabbin, sonsuz kerem sahibidir. 4. Kalemle yazmayı öğretmiştir. 5. İnsana bilmediğini öğretmiştir.”Böylece yüce yaratıcı bilgiye ulaşmanın yolunu da göstermiştir: okumak ve yazmak.
Bu âyet-i kerimeler Allah (cc) tarafından Hz. Peygamber(sas)’e indirilen ilk vahiydir. Resûlullah(sas)’ın okuma ve yazma bildiğini gösterecek hiçbir kayıt yoktur. Cumhurun görüşüne göre O, hayatı boyunca ümmi olarak kalmıştır. Bu ilk vahiy O’nun ileride maarif sahasında yapacağı faaliyetlere dair işareti havidir.[2] Kur’ân-ı Kerim’in ilk inen âyetlerinden başlamak üzere 23 yıllık vahiy süreci bu minval üzere devam etmiştir.
Vahyin Tespiti Süreci:
Vahyin muhafazası iki yolla gerçekleşmiştir: Ezberleme ve yazıyla kayıt. Hz. Peygamber (sas) gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Yazılı kültüre uzak olan Araplar, güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan âyet ve sûreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı.[3]
Bilindiği gibi ilk vahiy Mekke’de gelmiştir. Öncelikle bu sürecin Mekke’de nasıl cereyan ettiğini bilmek gerekir. Evvelemirde Hz. Peygamber (sas) kendisine gelen vahyi ezberliyordu. Tebliğ görevinin bir gereği olarak da vahyi insanlara anlatıyor, kendisine inananlar da ezberliyor ve çevrelerindeki insanlara anlatarak ezberlemelerini sağlıyorlardı. Zaten ilk gelen sûre ve âyetler kısa idi. Böylelikle ilk yöntem olarak ezberleme yolu kullanılmıştır. Zaman içinde yazı devreye girmiştir. Mekke döneminde yazı kullanılmış mıdır? Bu sorunun cevabı şöyledir: Mekke döneminde vahiy yazıyla kayda geçirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim; “Furkan 25/5, Vakıa 56/79, Beyine 98/2 vd.” sûre ve âyetlerinde buna açıklık getirmiştir. Mekke döneminde yazma olayının kesin tarihi bilinmemekle beraber, Bi’setin 5. yılından itibaren vahyin yazı ile kaydının yapıldığı anlaşılmaktadır.[4] Buna Hz. Ömer’in Müslüman olması örnek gösterilir. Hz. Ömer kız kardeşinin evine gittiğinde, eniştesi ve kız kardeşine yazılı bir metinden Kur’ân öğretildiği gerçeği ortaya çıkmış ve okuma bilen Hz. Ömer bu metni okuyarak hidayete ermiştir.
İlk inen âyetlerde (Alak 96/1-5) öğrenim için “Kalem” ifadesine vurgu yapılmaktadır. Hz. Peygamber (sas)’in, Kur’ân’ı Kerim’i yazıyla tespit ettirme suretiyle korumaya alma hassasiyeti buradan gelmektedir.[5] Kur’ân-ı Kerim bu hususu yazılı nüshalar olarak Abese sûresi 80/11-16. âyetlerinde anlatır.
Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerim bir hayat rehberidir. İlk nazil olmasından itibaren tedrici bir süreçle tamamlanmıştır. Yerine göre de ihtiyaç zorunluluğu veya belli olayların yaşanmasıyla beraber nüzulü gerçekleşmiştir. Nazil olan sûre ve âyetlerde, hayata aksedilmesi gereken birçok ahkâm yer almaktaydı. Bunların insanlara ulaştırılması ve öğretilmesi önemliydi. Böylelikle vahiy, bir öğretim süreci de başlatmıştır. Bu hem ezber yöntemi hem de yazı ile gerçekleştirilmiştir. Hz. Peygamber (sas) Mekke döneminde, kendisine vahyedilen âyetlerin yazılmasına ve bu suretle korunmasına önem vermiştir. Âyetlerin çoğaltılarak dağıtılmasını teşvik etmiştir. Mekke döneminin ilk yıllarında Dârü’l-Erkam’ı bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullanmıştır. Burada, Kur’ân âyetleri okunuyor, yazılıyor, dinî bilgiler öğreniliyor ve bu bilgilerin pratik uygulaması yapılıyordu. Müslüman olup da İslâm’ı öğrenmek isteyenler de buraya geliyorlardı. Hz. Peygamber (sas), hicretten iki yıl önce Mekke’ye gelip Akabe mevkiinde Müslüman olan Medinelilerin eğitimi ile de ilgilenmiş; onların isteği üzere Kur’ân’ı ve İslâm’ın prensiplerini öğretmek için Medine’ye öğretmen göndermiştir.[6]
Kaynaklarda yer alan bilgilerden şunu öğrenmekteyiz: Kur’ân-ı Kerim’in herhangi bir parçası indiğinde, Hz. Peygamber (sas) okuma-yazma bilen sahabilerden birini çağırıp ve daha önce inmiş âyet toplulukları içinde nereye yerleşeceğini belirttikten sonra, inen âyet ve âyetleri dikte ettirdiğini (Buharî, 66/4, Hadis No: 2) kaynaklarımız ittifakla belirtirler.[7]
Anlatımlara bakacak olursak, Hz. Peygamber (sas) ne zaman bir vahiy, yani Kur’ân’ın bir parçasını alacak olsa bunu, önce erkeklerden oluşan bir topluluğa okuyup anlatıyor ve sonra da kadınlardan oluşan ayrı bir topluluğa tebliğ ediyordu. Ancak bundan sonra yazıcılardan birini çağırıyor ve ona kendisine indirilmiş olan âyetleri kaydettirip yazı ile tespit ettiriyordu. Kâtip yazı işini bitirince, Resûlullah (sas) ona yazdığı âyet metnini yüksek sesle okumasını emrediyor ve böylece vahiy kâtibi yanlış, eksik veya fazla yazmış ise düzeltme imkânı hâsıl oluyordu.[8] Konuyu kâtiplerinden Zeyd b. Sabit şöyle anlatıyor: “Resûlullah bana yazdırıyor ve bitirince de yazdığım âyeti yine bana okutturuyordu. Şayet bir yanlış veya noksan bulursa bunu düzelttiriyordu. İşte bundan sonradır ki ben kalkıp bunu (âyeti) insanlara bildiriyordum.” (Heysemî, Mecme’uz-Zevâid, I, 152-III, 257)
Buradan anlıyoruz ki Hz. Peygamber (sas) konu üzerinde çok titizlik ve dikkatle durmaktaydı. Olayın başka bir yönü de şu şekilde gerçekleşmekteydi: Hz. Peygamber (sas) Kur’ân-ı Kerim’in, yetişmiş ve yetki verilmiş bir muallim-hocanın huzurunda öğrenilmesi için ısrar ediyordu. İlk hoca kendisiydi. Yetki verdiği insanlar ondan sonra geliyordu. Bu usul ve uygulama daha sonra İslâm cemiyetlerinde yer ederek günümüze kadar gelmiştir. Bu metot ile güdülen gaye, Kur’ân-ı Kerim’in bilhassa el yazması suretiyle çoğaltıldığı asırlarda, müstensih (çoğaltanların) hatalarına mani olmak gibi sebeplerden ibaretti. Bundan başka Resûlullah (sas), ramazan ayına mahsus olmak üzere, gündüzleri yüksek sesle, o güne kadar nazil olan âyetlerden oluşan Kur’ân metnini baştan sona kadar tilavet ediyordu. Sahâbîler ise yanlarına, kendilerine ait âyet nüshalarını alıp geliyorlar ve topluca girişilen bu mukabele (karşılaştırma) esnasında varsa kelime yanlışlarını, âyet ve sûre sıralarını O’nun okuduğuna göre tanzim edip düzeltiyorlardı. Bu yıllık karşılaştırmalar esnasında, vahiy meleği Cebrail’in de hazır bulunduğunu Resûlullah (sas) haber vermiş ve ömrünün sonuncu ramazanına rastlayan ay için: “Cebrail bana (bir tedbir olarak) bütün Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona iki defa tilavet ettirdi ki ben bundan, kısa bir zaman içinde vefat edeceğimi anladım.” demiştir. Kur’an-ı Kerimin muhafazası için alınan tedbirler şunlardır: 1. İtinalı ve kontrol altında yazıyla tespit. 2. Yetkili bir Kur’ân-ı Kerim mualliminin yanında öğrenim görme. 3. Ezberleme (hıfz) 4. Yıllık mukabele. Vahiy Resûlullah (sas)’ın son nefesine kadar devam ettiği için sağlığında tedvini, yani kitap haline getirilmesi mümkün olamamıştır.[9]
Vahyin Korunmuşluğu:
Kur’ân-ı Kerim 114 sûre, 6.236 âyet, 77.934 kelime ve 323.671 harften oluşan kutsal bir metindir. Korunmuşluğunu yine kendisi ifade eder.[10] Hz. Peygamber (sas) zaten ilk baştan itibaren bütün maddi ve manevî önlemlerini almıştır. Hem hıfz hem de kitabetle zaman içinde kurumsal bir yapı oluşturmuştur.
Bu yolla, Kur’ân-ı Kerim metni, kesinlikle bozulmamış olarak korundu. Ne küçük bir kelime ne bir başlık değiştirildi. Doğru okunmasını ve ezberlenmesini kolaylaştırmak için yazılışına fonetik işaretler eklendi ve hat sanatı geliştirildi. Bugün elimizdeki Mushaflarda, âyetler vahiy meleğinin Peygamber(sas)’e öğrettiği sıradadır. Bundan başka Peygamber ve çağdaşlarının konuştuğu dil hâlâ yaşamaktadır. Milyonlar tarafından okunuyor, yazılıyor ve konuşuluyor. Grameri, sentaksı, deyimleri, edebi formların hepsi –ifade ortamı ve edebî güzellik vasıtaları- Peygamber (sas)’in zamanındakilerle aynı. Bütün bunlar Kur’ân’ı, benzeri olmayan bir insanlık kültürü vakıası haline getirmektedir.[11]
Kur’ân’ın korunmasıyla ilgili en önemli husus kendisiyle ibadet yapılmasıdır. Hz. Peygamber (sas) tamamı olmasa bile ezberlenmesi noktasında ısrar ediyordu.[12] Bununla birlikte tamamını ezberleyen birçok sahabe vardı. Bunu çeşitli vakıalarda, muallim olarak gönderilen hafız sahabelerin şehit olmalarından anlıyoruz. Yine Yemame[13]de şehit olan Hafız sahabeler de önemli bir delildir.
Hz. Peygamber (sas) bu iki yöntemle Kur’ân’ın tamamının korunmasını güvence altına almak istedi. Bunun için onu ezberlemeyi teşvik etti ve yazı öğretimini yaygınlaştırdı. Öğretmenler tayin etti. Abdullah b. Saîd b. Âs, Ubâde b. Sâmit ve Efendimizin hanımlarından Hafsa bint Ömer bu maksatla görevlendirilenler arasında yer alır. Çünkü Kur’ân metni yetkili bir öğretmenin önünde öğrenilir ve o da öğrettiği metnin doğru olarak öğrenildiğini yazılı bir vesika ile belgelendirir.[14]
Burada yazı için kullanılan malzemeye değinmek gerekir. Dönemin şartları içinde yazı malzemesini bulmak çok kolay değildi. Ancak bulunabilen malzemeler değerlendirilmiştir. Bunlar, başta papirüs olmak üzere, hurma yaprakları, deve kürek kemikleri, kurutulmuş ceylan derisi, düzgün kaya parçaları ve düzgün tahta parçaları vs. idi.
Ali ERDOĞDU[1]
[1] muallimali@mynet.com
[2]İlk Devir Hadis Edebiyatı, M.Mustafa el-A’zamî, (Çev.H.Yavuz), s. 5.
[3]DİA, Abdülhamit Birışık, c.XXVI, s. 365.
[4] Kur’ân-ı Kerim Tarihi, M. Hamidullah, s. 40.
[5] Age, s.41.
[6] Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, İbrahim Sarıçam, s. 313.
[7]Kur’ân-ı Kerim Tarihi, M. Hamidullah, s. 41.
[8] İslam Peygamberi, M.Hamidullah, c. II. s. 697.
[9] Age, c.II, s.697-699.
[10] Hicr 15/ 9.
[11] İslam Kültür Atlası, İ. Râcî, L. Lamia Fârûkî, (Çev, M Okan, Z. Kibaroğlu) s.116.
[12] Kur’ân-ı Kerim Tarihi, M. Hamidullah, s. 44.
[13] Hz. Ebû Bekir döneminde yalancı peygamber Müseyleme ile yapılan savaşlar.
[14] Age, s.44-45.
Yorumlar
ödev
naz tarafından Ct, 10/05/2019 - 20:43 tarihinde gönderildiYeni yorum ekle