Rabbanîlere İhtiyaç Var
“Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş: ‘Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım.’ demişti. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve ‘Ben sizden uzağım, ben sizin görmediklerinizi (Allah’ın yardımını) görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum; Allah’ın azabı şiddetlidir.’ dedi.” (Enfâl 8/47-48)
Bu ifadelerden anlıyoruz ki, Allah’ın taraf olup, yardım ederek destek verdiği kimseler, her şeye rağmen galip ve üstün geleceklerdir. O’nun karşısında yer alanlar, mağlup ve perişan olacaklardır. (Maide 5/56)
Bir an “Niçin böyle?” diye düşünecek olursak bu sorunun cevabını gerçek akıl sahiplerinin bulacağını idrak ederiz. Çünkü taraf olan Allah; sonsuz güç ve kuvvet sahibi, göklerin ve yerin nuru, âlemlerin Rabbi, her şeye gücü yeten, her şeyi işiten, bilen ve gören, insana bilmediğini öğretendir. Beyânı ve Kur’ân’ı öğreten, insanı ve tüm kâinatı yaratandır. Daha nice yüce sıfatların sahibi Allah’ı, Kur’ân’ı Kerim bize öğretiyor. Kur’ân’ı da Allah bize öğretiyor.(Rahman 55/2)
Kur’ân’a göre Allah, “âlim” sıfatıyla her şeyi en iyi şekilde bilendir. Yaratan Rabbimize göre âlem, apaçık aşikârdır. O, yarattıklarının hiç birinden gafil ve habersiz değildir. Gayb (bilinmezlik), Allah için olamaz. O’na kâinatta (âlemde) hiçbir şey gizli kalmaz. Karanlık bir gecede, karanlık bir odada, kara taşın üstündeki kara karıncayı bile görür, bilir. O’nun için “sır” söz konusu değildir.
İnsana göre âlem ikiye ayrılır: Gayb âlemi ve şehadet âlemi. İnsan, gayb âlemine iman eder(Bakara 2/3). Ama şehadet âlemi için ilim esastır; bilgi, çalışma, gayret çok önemlidir. Bu çalışmada insan, Kur’ân’ın irşadına ihtiyaç duyar (İsrâ 17/9). Çünkü gerçek âlim, onu gönderen Allah’tır.
Kur’ân-ı Kerim bizlere en güzel örnek olarak peygamberleri takdim etmektedir: “İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örneklik vardır… Onlar sizin için -Allah’ı ve ahireti arzu edenler için- güzel bir örnektir.”(Mümtehine 60/4-6)
Âlim insanların örnek alacağı bir resul anlayışı, onların hayat hikâyeleri anlatılarak bize takdim edilmektedir. O peygamberlere Allah tarafından ilim ve hikmet verildiği beyan edilmektedir. Dâvûd(as)’u kıssa eden Kur’ân-ı Kerim, ona ilim ve hikmet verildiğini açıklayarak (Bakara 2/251) demiri işlemesinin öğretildiğini belirtmektedir. O komutan olmadığı halde komutandan daha önde ve ilimde de liyakat sahibi. Düşmanı bozguna uğratacak ince bir anlayışa sahip, cesaretle Câlût’a karşı meydan okuyacak bir özgüven sahibi, sonrasında toplumunu inşa edecek ve onları idare edebilecek kabiliyette birisi. Ancak böylesi üstün özellikleri kendisinde bulunduran bir peygamber, ulemaya örnek ve öncü olacak bir konumdadır.
Vahiy alan bir peygamberi kendisine rehber edinen âlim; aklı, Kur’ân ve sünnet sonrası başvurulan bir kaynak olarak kabul eder. Bunun adı içtihaddır. Çabadır, gayrettir. Allah Elçisi’nin elçisi konumunda olan Muaz bin Cebel bunu ifade ettiğinde Peygamberimiz onu tasdik etmiştir.
Kur’ân’da âlimlere ve müminlere “Rabbânî” ismi verilir. Rabbânî olmak; nimet verilen peygamberlerin yaptıklarını yapmak, gittikleri yoldan gitmek, onların yolunu sürdürmek, hangi gaye için gönderilmişlerse o gayeyi yerine getirmektir. Peygamberlerin yaptığı gibi ilahî vahyi, halkın idrakine sunma gayretinde olmaktır. Cahillerden yüz çeviren bir anlayışla daima haşyet içinde hayatı sürdürmektir.
İman ile ilmin birleşmesinden Allah’a karşı haşyet doğar. Zira: “Allah’tan gerçek manada âlim kulları korkar.”(Fâtır 35/28) Yine “Allah’tan gereği gibi korkun ve ancak Müslüman olarak ölün.” (Âl-i İmrân 3/102) Âlim şehadet âlemini kavradıkça Allah’ın ilminin ve kudretinin büyüklüğünü kavrayacak ve Rabbini gereği gibi takdir etme yolunda adım atacaktır.
Âlim kimse, “hiç”liğinin farkına vardıkça Rabbine karşı ilgisi, ciddiyeti artacak; peygamberlerin Allah’tan korktuğu gibi Allah’tan korkmaya çalışacak ve onların mücadele ettiği gibi kötülüklerle ve kötülerle mücadele edecek, iyilikleri ikame etmek için gayret içinde olacaktır. Âlimin bu güzel durumu onu Allah nezdinde iyi bir konuma getirecek, Kur’ân’ın ifadesiyle o korku ve üzüntü duymayacaktır. Allah müminlerle (Enfâl 8/19), sâdıklarla, muttakîlerle (Bakara 2/194), sabredenlerle (Bakara 2/153), muhsinlerle (Ankebut 29/69) beraberdir. Allah müminleri sever, muttakîleri sever, sabredenleri sever. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki günümüz âlimleri de böylesi insanlar olmalıdır. Âlimin Kur’ân’daki özelliklerini iyi kavramak bizler için çok önemlidir. Yaşadığımız dünyada en çok ihtiyaç duyduğumuz, gerçek âlimlerin önderliğidir.
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde bize bunu haber vermektedir: “Allah Teâla ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar.” (Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ’tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.)
Yine Kur’ân-ı Kerim “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesi ile bilmeye ve âlime özel bir üstünlük vermektedir. Yalnız başına bilmenin çok şey ifade etmediğini, bunun mutlaka gayb ile bağlantılı olarak ortaya çıkması gerektiğini vurgulamakta; imana dayanmayan, takvaya dönüşmeyen bilginin sahibini de kitap yüklü eşeklere benzetmektedir.
Bu kişiler; kitabın bilgisine sahiptirler. Ama kitabı, kendi çıkarları için kullanırlar. Esas aldıkları, kendi nefisleridir. Âlim kimseler peygamber vârisleri oldukları için hiçbir ücret istemeden -karşılıklarının Allah’a ait olduğu bilinciyle- toplumlarına önderlik etmelidirler. Aksi takdirde kitabın bilgisiyle nefislerine kutsiyet elbisesi giydirerek onu dünya menfaatine çevirmek, bir âlim için hiç de onurlu bir eylem değildir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim böylelerini, hayvanların en inatçısı olan eşeklere benzetmekle hakikate kör kalanların kulaklarının ne kadar büyük olursa olsun gerçeklere kör ve sağır olduklarını belirtmektedir. Yine bir başka âyette, Peygamber’e düşmanlık eden, kitabın bilgisine sahip, gayba iman eden ama ilmini Allah dışındaki varlıkların yüceltilmesinde kullanan kimse, dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzetilmektedir.(Araf 7/176)
İşte bunun için bir insan, entelektüel bilgi sahibi olmanın ötesinde, Rabbini önceleyen, Peygamber ahlaklı ve Rabbânîlik vasıflarını taşıyan bir âlim olmak zorundadır ki aktif iyilik hareketleri oluşabilsin. Kişinin unvanı ne olursa olsun, kibir ve bencil duygularla bezenmiş kuru bilgi, kesinlikle terk edilmesi gereken kötü bir tavırdır
Yüzyıllar boyunca ulema, zorbalara rağmen bu dini ihya etmek için Kur’ân’ın rehberliğinde insanları eğitip öğretme görevini, hakkıyla yerine getirdiler. Kimselerden korkmadılar. Takdire şayan fedakârlıklar gösterdiler. Hatta hayatlarını feda etmekten çekinmediler. Şeytana ve dostlarına karşı, insanları dosdoğru yol üzere tutmak için hem örnek hem önder oldular.
Ve nerede kaybettiler…
Daha sonra gelen âlimler şehadet âlemini gayb âlemi mevkiinde görerek iman konusu yaptılar. Nasıl? Allah’ın Kitab’ı olan Kur’ân’ı, dua kitabı, mezarlıkta okunan bir kitap haline getirdiler. Cerrahi müdahale gerektiren hastalıklarda bile sadece okuyarak tedavi etmeye kalktılar. Böylece bazı âlimler, imanı esas alırken ilmi; ilmi esas alırken imanı terk ettiler. Zamanla itilmişlik, ezilmişlik psikolojisi içine girerek özgüvenlerini yitirip fikrî kalıplar içine sıkışıp kaldılar. Şehadet âlemini iman sınırları içine çekerek gayreti, çabayı ve ilmi hem de farz-ı ayn, farz-ı kifaye olan ilimleri terk ettiler. Bu da Kur’ân’ın irşadını, yol göstericiliğini terk etmek anlamına geldi.
Bu gayret gibi gözüken gayretsizlik; camileri hayatın merkezinden çıkararak ruhu kalmayan taş yapılara, dönüştürdü. İbadeti ise ruhbanlaştırdı ama Rabbânîleştiremedi. Gençler başka yerlerde daha mutlu olurken hayatın merkezi, nefsanî ve şeytanî duygulara kaydı. Eğitim dünyevîleşti. Fedakâr ama cahil âlimler, dünyevî anlayışlı bilim sahiplerine mağlup oldular. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim “Dünyadan da nasibini unutma”(Kasas 28/77); “İnsana ancak kendi gayreti vardır.”(Necm 53/39); “Allah’tan gerçek manada âlim kulları korkar.”(Fâtır 35/28); “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”(Zümer 39/9); “Gözlerini semaya çevir, bak bir çatlak görebilecek misiniz?”(Mülk 67/3) ve bunlara benzeyen yüzlerce âyetle şehadet âleminin kavranmasını istiyor.
Bundan sonra Kur’ân’ın bize gösterdiği yolu takip etmeye mecburuz. Peygamber ahlaklı ve gayretli âlimler yetiştirmeliyiz. Bunu Kur’ân’ın irşadı ile yapmalıyız. Bizler, ulemanın Kur’ân’daki vasıflarını taşıyan nesiller yetiştirmeliyiz. Peygamberimizin yetiştirdiği arkadaşları gibi ilim öğrenmeyi bütün zevklerin üstünde tutan nesillere ihtiyacımız var. Eğitimini ve öğretimini, mürşit olan Kur’ân’ın önünde mürit olarak yapacak bir kimse ancak gerçek âlime dönüşür. O da insanlığı bu ilimle buluşturma arzusuyla tutuşur.