Belki nübüvvetin başlangıç yıllarında Mekke’de, belki de İslam devletinin kök salarak neşv ü nema bulduğu Medine’de, billurdan bir vakit yaşanıyordu… Cebrail (as) kat kat açılan sema kapılarından geçerek, En Sevgili’nin huzuruna büyük bir muştu ile geliyordu… Bu müjdenin tesiri ile âdeta “Rabbim, Seni de risaletini de sahipleniyor. Seni mahzun eden her ne varsa hepsini sil at gönlünden… O’nun (c.c) kudreti her şeye yeter!” gerçeği tüm kâinatta yankılanıyordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bakışlarını gökyüzüne yükseltiyor ve nurlu çehresinde bir tebessüm beliriyordu. Yanında sohbet hâlinde bulunan sahabilerine Kevser suresinin vahyolunduğunu bildiriyor ve mutluluğun okunduğu mübarek gözlerindeki buğu ile ayetlerin tilâvetine başlıyordu:
“Muhakkak biz sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Muhakkak ki asıl soyu kesik olan, sana kin besleyendir.” (Kevser 108/1-3)
…
O pâk sesinden Kur’an-ı Kerim’i dinleyen gönüllere ilmek ilmek örülür hakikat… Değişir ruh, beden, zaman ve mekân… Nasiplenenler kutlu insanlardır… Bizleri de Kur’an’ın nuru ile aydınlat Ya Rabb!
…
Dünya hayatının saklı acılarını ve imtihanlarını sabırla, Allah’a dayanarak karşılayan bir gönlün yanmışlığını ancak Kevser şerbeti giderir.
Hz. Hatice (r.anha) ciğerini ortadan ikiye yaran bir acıyı, oğlu Kâsım’ı kaybetmenin hüznünü yaşıyordu. Kâinatın karşısında hürmetten tir tir titrediği Efendim de mahzundu. Ciğeri sızım sızım inliyordu. Acıdan iki büklüm olmuş yüreğinin derdini Kuaykıan Dağı’na döküyordu: “Ey Dağ! Benim başıma gelen şey senin başına gelseydi dayanmaz yıkılırdın!” Elemleri büyüktü; dört yaşındaki inci tanelerini yitirmişlerdi…
Kalplerinin hüznüne, gözlerinin yaşına, diğer oğulları Abdullah’ın kaybı da eklendi. Acının oyuk oyuk yaralar açtığı bu saadet hanesinde tek teselli Mevla’ya yönelmekti. Onlar, Yaradanlarına teslim olmuşlardı. Mütevekkil idiler.
Müşrikler Rasûl-i Ekrem’i üzecekleri, onu aşağılayacakları büyük bir fırsatı ele geçirmişlerdi. “Artık Muhammed ebterdir, nesli kesilmiştir. Neslini devam ettirecek erkek çocuğu kalmamıştır. Kendisi de ölünce adı sanı unutulacaktır!” (İbn-i Hişam, Sîre, c.II, s.34.) diyorlardı.
O’nu kavminden ayrılmış, köksüz bir ağaç gibi görüyorlardı. Bir süre sonra kuruyarak toprağa karışacağını düşünüyorlardı.
Müşriklerin sevinci büyüktü. Alay ve hakaretlerinde sınır tanımıyorlardı. Böyle bir ortamda Rasûl-i Kibriya’ya en büyük destek ve teselli, tek ve gerçek yar olan Allah Teâlâ’dan (c.c) geliyordu: Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün gökyüzüne yönelttiği bakışlarını tebessümle yeryüzüne indiriyor ve bu ilahî kelamı derin bir sürur ile okuyordu. Bu kısacık sûrede öyle derin teselliler ve müjdeler bulunuyordu ki, ancak kâinatın en şereflisi bu payeye sahip olabilirdi. O kendilerine yazık eden düşmanlar vardı ya; işte asıl onların kökü kuruyacak, yok olacaklardı.
“…Asıl sana ebter diyenlerin sonu kesiktir.”
“Biz sana Kevser’i verdik.”
Kevser; hadsiz nimet demektir. Sınırsız bolluk, sayısız imkân ile bezenmiş iyilikler ve hayırlar ummanıdır. Peygamber Efendimize (s.a.s) dünya hayatında bahşedilen sonsuz güzellikler artarak devam etmiş, ahiretini de kapsayacak şekilde geleceğe uzanmıştır. “Elbette senin için sonraki devre öncekinden daha hayırlı olacaktır. Rabbin sana o kadar verecek ki sen de memnun olacaksın.” (Duha 93/4-5)
Peygamber Efendimizin (s.a.s) sahip olduğu güzel ahlak, mümtaz faziletler, bizatihi vahyin kendisi, bahşedilmiş peygamberlik görevi, ilmi, kendisine verilen hikmet, mucizesi olan Kur’an, şefaat hakkı, ümmetinin çokluğu, soyu kesik denildiği halde evlatlarının çoğalarak neslinin devam etmesi, Medine’de kurulan devlet, böylece Müslümanların rahata ermesi, oluşan yeni sosyal yaşam, yaratılmış her varlığa hakkını veren ve bu hakkı garanti alan bir düzenin tesisi… Tüm bunlar ve lütfedilen daha pek çok nimet, Kevser’in bu dünyadaki anlam ve tarifi… Ahiret hayatına gelince, oradaki nimetler içerisinde de Efendimi (s.a.s) düşlüyorum: Kevser nehrinin kenarında avuçlarını ümmetine doğru uzatmış, mübarek parmaklarının aralarından inci taneleri gibi Kevser suyu sızıyor. İçinden ezfer miski çıkan, sütten daha beyaz, baldan daha tatlı bu sudan içen bir daha susamaz. İçebilmeyi nasip eyle Allah’ım… Ondan abdest alan ebediyen perişan olmaz. Bizlere hem dünyada hem ahirette Kevser’e kanmayı nasip eyle Allah’ım…
İnkâr yoluna düşenler aslında Efendimizin (s.a.s) şahsını değil, O’nun (s.a.s) bildirdiklerini reddediyorlardı. Dolayısıyla direkt olarak vahyi inkâr ediyor, Allah’ı (c.c) karşılarına alıyorlardı. Son derece tehlikeli bir noktada durduklarını idrak edemeyen bu kapalı kalpler nasipsizliklerine belki de çok ağlayacaklar. Ancak hakikat ile yüz yüze gelince zaman geçmiş olacak. Ne acı… Allah (c.c) “Kevser’i sana biz verdik” ayeti ile zımnen bu gerçeği belirtmekte ve peygamberinin himayesinde bulunduğunu vurgulayarak, risaletin ve vahyin kaynağının bizzat kendisi olduğunu bildirmektedir.
Geçmişi ve geleceği, dünyası ve ahireti Kevser Efendim…
Muhakkak ki tüm nimetler, Allah’ın bir ihsanı ve lütfu olarak hediyeleridir. Bunlar ancak o Zat-ı Zülcelâl’in dilemesi ile insanlığa sunulmuş rahmetlerdir.
…
“Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”
Efendimiz (s.a.s) kendisini Muhammedü’l-Emin olarak kabul eden kimseler tarafından yalanlanmış, her çeşit alay ve hakarete uğratılmıştır. O (s.a.s) tüm bunlara sabırla tahammül etmiş meselelerin çözümünü yine Yüce Allah’ın vahyi ışığında gerçekleştirmiştir. Allah (c.c) ise O’nu (s.a.s)sahiplenmiş ve Habibini çeşit çeşit nimete gark etmiş, O’na türlü ihsan ve lütuflarda bulunmuştur.
Aslında hepimizin hayatı, Allah’ın bizlere bolca sunduğu nimet ve imkânlarla doludur. Bunların her birisi de bizim Kevser’imizdir. Kevser’in farkında olmak, nimeti vereni idrak etmeyi ve O’na (c.c) şükretmeyi gerektirecektir. Bizlere karşılıksız olarak türlü lütuf ve imkânlarda bulunan Allah’a teşekkür etmemek, en büyük nankörlük değil midir? Zira şükür nimeti de artıracaktır. “Şükrederseniz muhakkak size artırırım.” (İbrahim 14/7 )
Namaz ise şükür ifadelerinin baş tacıdır, kulluğun en güzel ifadesidir. Zira acziyetinin farkında olmak da en değerli şükür hissiyatıdır.
İnsan tüm sebepleri ortadan kaldırarak kendisini sadece Allah’a bağlamalıdır. Tevhid akidesini ihlas ile yoğurarak yaşamak, her birimizin boynunun borcudur. Sadece fikir ve beden hamdi ile yetinmeyip yine Allah’ın bir lütfu olan mallarımız ile de şükretmeliyiz. “Kurban kes” emri insanın malını da Allah yoluna sarf etmesi gerektiğini bildirir. Canımızla, malımızla, bize lütfedilen her imkân ile Allah’a yönelmeli ve hayatımızı Allah’a adamalıyız. Kendimizi Allah yoluna kurban etmeden Rabbimizle kurbiyyet kurmaktan bahsedemeyiz.
“Asıl sana ebter diyenlerin soyu kesiktir”
Düşmanlık ve fitnelik edenler hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktır. Böyle insanların er ya da geç hüsrana uğrayacağı kesindir. Rasûl-i Ekrem’e ve müminlere kötü davranıp onlardan nefret edenler asıl hak ve hayırdan uzak kalanlardır. İnsan kendi nasibini kendisi keser.
İnsanın hayatı, ahirete uzanan nimetler silsilesi ile örülüdür. Bizim tavrımız, bu lütufların farkında olup Allah’a kulluğumuzu şükür penceresinde geliştirmektir. İnsan kulluğunu tam yaparak Rabbine sığınırsa etrafındaki kötülüklerin günün birinde ebter (tamamlanmayan, eksik, devamı olmayan) kaldığını görecektir. Baki olan sadece Allah’tır.
Ya Rabbi! Üzerimizdeki nimetlerini artır… Bizleri hakkıyla şükredenlerden eyle… İman ve ihlas nasip ederek yolumuzu aydınlat… Dünyamızı ve ahiretimizi Kevser ferahlığı içerisinde yaşamayı lütfeyle… Âmin…
Add new comment