Kardeşlik Binasında Temel Taşlar

KARDEŞLİK BİNASINDA TEMEL TAŞLAR

(MUHABBET – EMPATİ - Î’SÂR)


عَنْ أَبِي مُوسَى رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلّىٰ اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضاً. وَشَبَّكَ بَيْنَ أَصَابِعِهِ.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binanın durumu gibidir.”

Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.

(Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65)


Mü’minler, İslâm kardeşlik binasının tuğlalarıdır. Birbirlerine her bakımdan destek olurlar. Bu binanın, ayakta durmasını sağlayan temel taşları ise muhabbet, empati ve î’sârdır. Mü’minler bunlar sayesinde hep kardeş kalırlar. Kardeşlik binasının her bir parçasının, çimento ve demir misali muhtaç olduğu ana unsur, tevhîdî imandır. Onsuz ne temel atılabilir, ne de yapı kurulabilir.


BİZİ KARDEŞ YAPAN ALLAH’TIR!

Yüce Allah, “Mü’minler ancak kardeştirler…”[1] buyurmuştur.  Böylece Allah, aralarında kan ve ırk bağı olmasa; hatta İslâm’dan önce birbirlerine düşman olsalar bile, gönüllerini iman bağıyla bağlayarak insanları kardeş yapmıştır. İslâm imanından başka hiçbir bağ, onları böyle kardeş yapamazdı. Yüce Rabbimiz bu gerçeği şöylece ifade buyurmaktadır: 

“… Ve (Allah) onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”[2]  “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.  Bir ateş çukurunun kenarında idiniz Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.”[3]

İslâm kardeşliğinin hakikatine ermek için muhacirler ve ensar arasında yaşanan kardeşlik destanını iyi anlamak gerekir. Özellikle ensârın, zulümden işkenceden kaçıp kendilerine sığınan muhâcir mü’minlere karşı sergilediği sımsıcak kardeşlik, Yüce Rabbin övgüsüne mazhar olmuştur. Dünya durdukça mü’min gönülleri ısıtacak bu en üstün kardeşlik örneğini Yüce Allah şöyle anlatır:

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.[4]

Bu âyet-i kerimeye göre hakîki kardeşliğe giden yol gönüllerden geçer. Âyet-i kerimedeki ensarın şahsında sırasıyla ifade edilen eylemlerin işaret ettiği dört kavram vardır. Bunlar gönle yerleştirilen iman, mü’min kardeşe yönelen sevgi, kıskançlığı engelleyen empati ve din kardeşini kendilerine tercih etmeyi getiren i’sârdır. Dünyada gerçek kardeşlikle birlikte gelecek huzur ve mutluluğun yanısıra, ahiret hayatında kavuşulacak sonsuz mutluluğa da bu kavramlar kapı açacaktır. İnsanlar ancak, gönüllerine öncelikle îmanı, hemen peşinden muhabbeti, sonrasında da empati ve î’sârı yerleştirirlerse gerçek kardeşliğin sırrına erebilir ve böylece nefislerinin açgözlülüğüne set çekerek ebedî saadeti kazanmaya namzet olabilirler. Her güzelliğin ve her saadetin temeli olan tevhid imanına diğer yazılarımızda yeterince yer vermemiz sebebiyle burada ona işaret etmekle yetinelim ve kardeşlik merdiveninin basamaklarından sırasıyla yükselmeye çalışalım.

KARDEŞLİĞİN RUHU: MUHABBET

Nasıl ki varlık ağacının çekirdeği muhabbetse[5], bu ağaçta ki en güzel meyvelerden biri olan kardeşliğin özü de yine muhabbettir. Muhabbet, sevgi demektir. Sevgili Peygamberimiz (as), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız”[6] buyurarak imanla sevgi arasındaki kopmaz bağı gözler önüne sermiştir. Buna göre dili, rengi ve ırkı ne olursa olsun bir mü’min diğer bir mü’min kardeşini Allah için sevmedikçe hakîkî mü’min olamaz. Sevgili Peygamberimiz (sas) bize sevgimizi arttırmamızın yollarını da göstermiş ve “Dikkat edin! Sizi, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeye yönlendireyim: Aranızda selamı yayınız”[7] “Birbirinizle el sıkışın ki, kalplerinizdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki, birbirinizi sevesiniz ve aradaki dargınlıklar böylece kalksın”[8] buyurmuştur.

Müslüman kardeşlerin birbirine duyacağı sevginin nasıl olması gerektiği konusunda Sevgili Efendimizin (sas) şahane bir benzetmesi vardır. Buna göre, Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[9]

Nasıl ki vücudun her bir uzvu, diğer bir uzvun ızdırabına kayıtsız kalamıyorsa,  Müslüman da, dünyanın neresinde olursa olsun din kardeşinin sıkıntısına kayıtsız kalamaz. Müslüman, ırkına ve milliyetine bakmadan din kardeşinin derdiyle dertlenmeli, onu kendinden ayrı düşünmemelidir. Aksi takdirde İslâm ümmetine mensubiyeti sorgulanır.

Dünyada birbirlerini katışıksız bir sevgiyle seven Müslüman kardeşlerin, ahirette öyle güzel makamları vardır ki, buna imrenmemek elde değildir. Onların müstesna konumlarını kudsî hadislerde bizzat Yüce Rabbimiz haber vermektedir:

“Aziz ve Celil olan Allah Teala hazretleri Kıyamet günü şöyle ferman buyuracaktır: Benim Celâlim için birbirlerini sevenler nerede? (Arşımın) gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bu gün onları gölgemde gölgelendireyim!”[10]

“Benim Celâlim (Yüceliğim hakkı) için birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minderler vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıbta ederler.”[11]

Allah rızası için birbirini sevmenin doğal sonucu, sevenlerin sırf Allah için buluşmaları, ziyaretleşmeleri ve birbirlerine (maddi – manevi) fedakârlık ve harcamada bulunmalarıdır. Yüce Rabbimiz onlardan ve nâil olacakları en büyük ödülden bir kudsî hadiste şöyle bahseder:

“Benim rizam icin birbirlerini sevenlere, benim icin bir araya gelenler, benim iciin birbirlerini ziyaret edenlere ve benim icin birbirlerine harcayanlara sevgim vacip olmustur.”[12]

Bu kudsî hadiste ifade edilen müjde, bir hadîs-i şerifte önceki ümmetlerin birinde yaşamış bir mü’mine bizzat bir melek tarafından verilmiştir. Sevgili Peygamberimizin (sas) bildirdiğine göre, eski zamanlarda bir adam uzak bir köydeki arkadaşını ziyaret için yola çıkar. Yüce Allah, adamın yolu üzerine bir meleği gözcü olarak gönderir. Melek, adama nereye gittiğini sorunca, o da ilerideki köyde bulunan din kardeşini ziyarete gittiğini söyler. Melek: “Ondan elde edeceğin bir menfaat mi var?” diye sorunca adam, “Hayır, onu sadece Allah için sevdiğimden ziyaret ediyorum.” diye cevap verir. Bunun üzerine melek, “Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Şüphesiz ki senin onu sevdiğin gibi Allah da seni sevmektedir.” diyerek adamı müjdeler.[13]

Sevgili Peygamberimiz  (sas) birbirlerine Allah için muhabbet duyanları güzelce tanıtarak, Allah tarafından onlara bahşedilecek büyük lütufları şöyle haber vermiştir:

“Allah'ın kulları arasında öyleleri var ki, peygamber ve şehit değildirler, ama kıyamet günü Allah katındaki mevkilerinden dolayı peygamberler ve şehitler onlara imrenirler.”

Ya Rasûlallah, onlar kim? Bize haber verir misin? dediler.

"Onlar, aralarında alıp verdikleri bir mal ve akrabalık olmadı­ğı halde Allah'ın ruhu ile birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüz­leri nurdur ve kendileri nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmaz, insanlar üzüldüğünde onlar üzülmezler." buyurdu ve: "Haberiniz olsun, Allah'ın sevgili kullarına korku yok, onlar üzüle­cek de değillerdir."[14] âyetini okudu.”[15]

Bütün bu âyet ve hadislerden sonra bize düşen dünyanın dört bir yanındaki din kardeşlerimizi ensarın muhâcirleri sevmesi gibi katıksız bir sevgiyle sevmek, vücudumuzdaki bir organ gibi benimsemektir.

 

HAKÎKİ İMANIN ÖLÇÜSÜ: EMPATİ

Sevgili Peygamberimiz (sas), “Sizden hiçbiriniz, kendisi için sevip istediğini (din) kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz”[16] buyurarak hakîki imanın ölçüsünün “empati” olduğunu bildirmiştir. Kişinin kendisini başkalarının yerine koyarak hareket etmesi, karşısındaki insanların duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışarak davranış geliştirmesi manasına gelen empati, ahlâkın da temeli sayılan, “sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran”  prensibini beraberinde getirir. Bu altın prensibi batılılardan çok çok önce “…Kim ateşten uzak kalmayı ve cennete girmeyi dilerse, Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ölümü karşılasın. İNSANLARA, ONLARIN KENDİSİNE NASIL MUAMELE ETMELERİNİ DİLERSE ÖYLE MUAMELEDE BULUNSUN…”[17] buyuran Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm ortaya koymuştur. İslâm kardeşliğinin pratik yansımalarının en yaygın dinamiği empatidir. Kur’ân-ı Kerim’de, muhacir kardeşlerine karşı genel tavırları anlatılırken, “…onlara verilenler karşısında içlerinde hiç bir çekememezlik hissetmezler…”[18] diye kendilerinden bahsedilen Medineli sahâbiler, Mekkeli kardeşlerini devamlı kalmaları niyetiyle evlerinde misafir ederek ve hiç tereddüt etmeden mallarının yarısını onlara vererek gerçek kardeşliğin nasıl olacağını cümle âleme göstermişlerdir.

Empatiyle yoğrulan kardeşlik ahlâkı, İslâm topluluklarını yüzyıllarca dimdik ayakta tutmuştur. Ecdadımızın meslekî, sosyal ve iktisâdî dayanışma anlamında kurduğu Ahîlik ve Lonca teşkilatlarının temelinde de bu ahlâk vardır. Empati ahlâkı İslam tarihinde o kadar önem kazanmıştır ki, Müslümanlar arasında, kendisi için istediğini din kardeşi için istememek ciddi bir günah olarak addedilmiştir. Allah dostlarından Seriyy-i Sekatî (rh.a) hazretleri, çarşıda çıkan bir yangında kendi dükkânının yanmadığını öğrenince birdenbire dilinden dökülen “el-hamdülillah” sözü dolayısıyla otuz sene tövbe ettiğini söylemiştir. Bu sözüne şaşıranlara da, tövbesinin asıl sebebinin, bir an için de olsa sadece kendisini düşünmesi ve dükkânları yanan kardeşlerini unutması olduğunu bildirmiştir.

Yüce Rabbimiz Şanlı Kur’ân’ında, yetim çocuklara nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili olarak vicdan tellerimize kuvvetle dokunarak bizi empati ahlâkına şöylece yönlendirmiştir:

“(Öldükleri veya onlardan uzak kaldıkları zaman) Arkalarında küçük ve aciz çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar için endişe edecek olanlar, (yetimlere) haksızlıktan çekinsinler, Allah'tan sakınsınlar ve sözü de dosdoğru söylesinler.”[19]

KARDEŞLİK AHLÂKININ ZİRVESİ: İ’SÂR


Kur’ân-ı Kerim’de Medineli ilk Müslümanlar övülürken, “…kendileri zaruret içinde bulunsalar bile o (muhâcir kardeşlerini) kendilerinden önde tutarlar. …“[20] buyrulduğunu görmüştük.  Rabbimiz, i’sâr ahlâkına sahip olup din kardeşlerini kendilerinden önce düşünen bütün has kullarını da şöyle zikreder:

“(Şüphesiz ki iyiler) kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire (seve seve) yedirirler. (Onlara): “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz” (derler)”[21]

Bize düşen vazife ensârı kendimize örnek alarak “ebrâr” dan, yani “iyi kullar” dan  olmaya çalışmaktır.

Medine’nin ilk Müslümanlardan birisinin, hadis kitaplarımızda anlatılan hikâyesinde bizim için güzel bir ders vardır. O sahâbî, Rasûlullah aleyhisselâma gelip açlıktan şikayet eden bir kişiyi ağırlamak için ileri atılmış ve onu evine misafir etmişti. Ne var ki, evine geldiğinde hanımından,  evlerinde çocuklarının yemeğinden başka bir şey bulunmadığını öğrenmişti. Ondan, çocukları avutup uyutmasını ve yemeği misafir için hazırlamasını isteyen sahâbî, kendileri yiyemediği için misafirin mahcup olacağını düşünerek fark ettirmeden evin kandilini söndürmüş ve misafiriyle birlikte yemek yiyorlarmış gibi davranmıştı. Müslüman kardeşini doyurmak için eşiyle birlikte aç olarak geceleyen o sahâbinin bu fedakârlığı ve inceliği Yüce Allah tarafından çok beğenilmiş ve Haşr sûresinin 9. Âyeti özellikle onun hakkında indirilmiştir.[22]

Sahâbeden Câbir -radıyallâhu anh-, Ensâr’ın Muhâcir kardeşlerine olan i’sarlarını şöyle anlatır:

“Ensâr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafın altına hurma dalları koyarak o tarafı çok gösterir, Muhâcirler’e; “-Hangisini tercih ederseniz alın.” derlerdi. Onlar da çok görünen fazla yığın Ensâr kardeşlerimize kalsın diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu yine Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı...”[23]

Sahabe içerisinde Hz. Âişe (r.a.) annemiz i’sâr hususunda önde gelenlerdendir. O maddi saha dışında manevî alanda da i’sârda bulunmuştur. Şöyle ki, vefatından sonra kendisi için düşündüğü Rasûlullah aleyhisselâm ve babası Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in kabirleri yanındaki mezar yeri konusunda Hz. Ömer (r.a.)’i nefsine tercih etmiştir. Onun i’sâr konusunda şöyle bir kıssası da vardır:

“Hz. Âişe (r.a.) oruçlu iken bir yoksul kendisinden yardım iste­di. Evinde ancak bir yufka ekmek vardı. Azatlı cariyesine:

“- Onu yoksula ver.” dedi. Cariye:

“- iftar edeceğin başka bir şey yok.” deyince, Hz. Âişe (r.a.):

“-Onu dilenciye ver.” dedi.

Cariye der ki: Hz. Âişe'nin emrini yerine getirdim. Akşam olunca ev halkından biri veya başka bir insan bize yufka ekmeğine sarıl­mış bir koyun eti hediye etti. Mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.) beni çağırıp:

“- Bunu ye, bu senin ekmeğinden daha hayırlıdır.” dedi.”[24]

Sahabîler din kardeşlerini nefislerine tercih etme konusunda o kadar eşsizdiler ki, ölüm sırasında bile bu en üstün ahlâktan ayrılmıyorlardı. Yermük savaşı sonrası son nefeslerini vermek üzere olan yaralı üç Müslüman, susuzluktan kavruldukları bir demde kendilerine ikram edilen suyu önce kardeşlerine içirmek isterken can vermiş; hiç biri önüne gelen sudan bir damla bile içememişti.[25] Allah dilerse, Kevser ırmağından kana kana içecekleri suya bedel olarak bu dünyadan susuz ayrılmışlardı.

 İşte onlar böyleydi. İ’sâr kanatlarını takıp kardeşlik semasının en yücelerinde uçmuşlardı. Şimdi biz de onların izinden gitmek istiyorsak bir vücudun âzâları, bir binanın tuğlaları gibi olmalı; Allah yolunda birlik ve beraberlik içinde gönül gönüle Cennetlere yürümeliyiz.

      



[1] Hucurât Sûresi 49/10
[2] Enfal Sûresi 8/63
[3] Âl-i İmrân Sûresi 3/103
[4] Haşr Sûresi 59/9
[5] İslâm âlimleri, Kur’ân-ı Kerim’de sevgiyi anlatmak için en çok kullanılan kelime  olan “muhabbet” kelimesinin “tohum” manasına gelen “hıbbe” kökünden türediğini ileri sürerek sevginin, hayat ağacının tohumu, varlık bilmecesinin cevabı olduğunu söylemişlerdir. (Bkz. Dr. Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, Rehber Yayıncılık, Ankara 1991, s. 18.)
[6] Müslim, Îmân 22 No:9; Ebû Dâvûd, Edeb 131.
[7] Müslim, Îmân 22 No:9
[8] Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk 1
[9] Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66
[10] Muslim, Birr 37 ; Muvatta, Şi'r 13
[11] Tirmizi, Zuhd 53
[12] Muvatta, Şi'r 16
[13] Müslim, Birr 12
[14] Yunus Sûresi 62
[15] Ebu Davud, İcare 76 No:3527
[16] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72.
[17] Müslim, İmaret 46, (1844); Nesai, Bey'at 25, (7, 153); Ebu Davud, Fiten 1, (4248); İbnu Mace, Fiten 9, (3956)
[18] Haşr Sûresi 59/9
[19] Nisâ Sûresi 4/9
[20] Haşr Sûresi 59/9
[21] İnsân (Dehr) Sûresi 8 ve 9
[22] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 9; Müslim, Eşribe 172-173 No:2054.
[23] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Thk.: Hüsameddin el-Kudsî, (I – X), Beyrut, ty. X, 40
[24] Muvatta, Sadaka 5
[25] Abdullah b. Mübârek, Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekâik, Trc.: Âdil Teymur, İst. 1992 ,  131, Hadis No:525.