Cüveyriye Validemiz’e Sesleniş

Müreysi Kuyusunda su çekerken başlamıştı her şey.

Kovalar karışınca, susuzluktan dil boğaza yapışınca,

öfke tutulamayıp eller kalkınca,

Yetişin Ensar! Yetişin Kureyş! Yetişin Hazrec! nidaları duyulunca

Kılıçlar da havaya kalkmıştı.

Şeytan, cahiliye damarının kabardığını görünce

sevincinden yerinde duramamıştı.

 

Dil kılıçtan keskindir, kınında muhafaza etmeli onu.

Münafıkların başlıyor yeni bir oyunu:

“Mekke’den muhacir geldiler. Yer verdik, besledik.

İman et, dediler ettik. Savaş, dediler geldik.

Bir secde etmediğimiz kaldı Muhammed’e.

Yok, bunlar bizim kıymetimizi bilememişler.

‘Besle kargayı, oysun gözünü.’ demişler.

Hele bir dönelim Medine’ye.

Aziz olan, zelil olanı gönderecektir geriye.”

Kulak, duymak istemedi bu alçak sözleri;

“yanlıştır” dedi. “zandır, yakıştırmadır” dedi.

Ama dil kıvrak, dolandı her bir yanı.

Bir fitne aldı başını gitti. Oğul Abdullah münafık babasına kılıcı çekti.

“Vallahi, Efendim izin vermedikçe Medine’ye sokmam.

İzzetin Allah ve Rasûlü’ne ait olduğunu

itiraf etmedikçe seni hayatta bırakmam.”

 

Ömer sabırsız; eli kılıç kabzasına gidip gidip geliyor.

Efendimiz, “Muhammed, ashâbını öldürttü, dedirtmem.” diyor.

Dil kılıcı kınına girmedi daha. Tetikte bekliyor.

Fitne kazanını kaynatmaya fırsat vermemeli.

Öyleyse orduyu bir gün bir gece yürütmeli.

 

Mustalik Gazvesi, dünya hayatının bir perdesi.

İçinde pek çok olay, pek çok hikmet gizli.

 

Ordu hızlı hızlı yürüyor.

Âişe’nin devesi, boş hevdecle koşuyor.

Gerdanlık düşmüş, işin bahanesi.

Yeni imtihan sorusu, pek çetrefilli.

 

Dili başka yüreği başkalara intikam fırsatı doğdu.

“İfk” ile müminler imtihan, münafıklar zelil oldu.

Sıra esirlerde. Genç bir kadıncağız koşturuyor telaş içinde.

Habibullah’ın önünde derdini dökmekte:

“Ben kabile reisinin kızıyım. Adım Berre.

Ne olur fidyemi temin edin de

kavuşayım hürriyetime…”

 

Babası Hâris b. Ebi Dırâr develeri almış yedeğine

Kızının fidyesini ödemeye geliyor Medine’ye.

Lakin bakmış bakmış da develere

Kıyamamış ikisini saklamış dağın gerisine.

“Ey Hâris! Akik’te sakladığın develer nerde?”

Bu söz sarsmış da Hâris’i, iman gelip yerleşmiş gönlüne.

Kızı Berre, çoktan ısınmış İslam’ın güzelliğine.

 

Kalbi imanla dolu. Adı “Cüveyriye” oldu.

Hem kurtuldu hem “müminlerin annesi” oldu.

Yakışır mı Rasûl’ün akrabalarını esir tutmak!

Çözün kölelik bağını, düğünümüz var!

Yüzlerce esir serbest bırakıldı.

Mustalikoğulları bu cömertliğe hayran kaldı.

İman, girdiği yeri aydınlatır; ışık, neşe saçar.

Kavmi için Cüveyriye’den hayırlı “kızcağız” mı var?

 

Cüveyriye Vâlidemiz. “İyilik” senin yüreğinde,

elinde ve dilinden hiç düşürmediğin zikirde.

Kuşluk vaktine kadar çektiğin tesbihte.

Seninle öğrendik “yarattıkları sayısınca,

kendisinin hoşnut olduğunca,

arşının ağırlığınca,

 bitip tükenmeyen kelimeleri adedince

 tenzih etmeyi ve hamd etmeyi.”

 

O’nunla şereflendin, O’nunla şereflendi kâinât

Üzerinize olsun tahıyyât, tayyibât ve salevât.


 

Yarattıkları Sayısınca

عَنْ أُمِّ المؤمنينَ جُوَيْرِيَةَ بنتِ الحارِثِ رضي اللَّه عَنْها أنَّ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم خَرجَ مِنْ عِنْدِهَا بُكرَةً حِينَ صَلَّى الصُّبْحَ وهِيَ في مسْجِدِهَا ، ثُمَّ رَجع بَعْد أَنْ أَضْحى وهَي جَالِسةٌ فقال : « مازلْتِ على الحال التي فارَقْتُكَ عَلَيْهَا ؟ » قالَتْ : نَعمْ : فَقَالَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لَقَدْ قُلْتُ بَعْدِكِ أرْبَعَ كَلمَاتٍ ثَلاثَ مرَّاتٍ ، لَوْ وُزِنَتْ بمَا قُلْتِ مُنْذُ الْيَومِ لَوَزَنْتهُنَّ : سُبْحَانَ اللَّهِ وبحمْدِهِ عَدَدَ خَلْقِهِ ، وَرِضَاءَ نَفْسِهِ ، وَزِنَةَ عرْشِهِ ، ومِداد كَلمَاتِه  رواه مسلم.

      Mü’minlerin annesi Cüveyriye Binti’l-Hâris radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasûl-i Ekremsallallahu aleyhi ve sellem bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, Hazret-i Cüveyriye namaz kıldığı yerde oturmakta iken erkenden evden çıktı. Kuşluk vakti tekrar eve döndü. Cüveyriye radıyallahu anhâ’nın hâlâ yerinde oturmakta olduğunu görünce:

“Yanından ayrıldığımdan beri hep burada oturup zikirle mi meşgul oldun?” diye sordu. O da:

- Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

“Senin yanından ayrıldıktan sonra üç defa söylediğim şu dört cümle, senin sabahtan beri söylediğin zikirlerle tartılacak olsa, sevap bakımından onlara eşit olurSübhânallâhi ve bi-hamdihî adede halkihî ve rızâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtihî: Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnut olduğunca, arşının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim.”

(Müslim, Zikir 79.)

Yazar: 

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.